ANADOLU KAPLANI MİTHİRİDATES
Gönderilme zamanı: Prş Mar 09, 2017 21:36
Onun ruhunun derinliklerinde sezilen ülküsü, Anadolu’yu Roma istilasından kurtarmak ve tek bayrak altında bir devlet meydana getirmektir. O, bağımsızlık uğruna ölünceye kadar mücadele eden Mithridates Eupator’dur. Anadolu tarihinin en güçlü kahramanlarının başında gelen Mithridates Eupator, özellikleri ve hayatı bakımından müstesna bir şahsiyettir.
Sikkelerdeki ilk tasvirlerinde oval, ince ve keskin hatlara sahip bir başa sahiptir. Sima bir az haşin, ama canlı ve enerjik görünür. Dalgalı uzun saçlarla sonlanan sevimli bir çehresi vardır. Saçları, çocukluğunda aldığı bir yarayı kapatmak için yuvarlak alnının önünde dalgalanır. Yarı açık ağzı, öne doğru çıkan burun delikleri, kalın dudakları geniş çenesinin üzerinde güçlü karakterini yansıtır. Çıkık alnının altındaki sert kaşları ve derin gözleri, zeki ve kurnaz bir görünüş verir.
Mithridates’in dev fiziki yapısı bile farklılığını tamamlar. Bu iri cüsse, savaş alanlarında oklara ve kargılara kolay hedef olup dezavantaj sağlarken, aynı zamanda dayanıklı, çevik ve güçlü-kuvvetli bir yapıyı ifade eder. Her ne kadar cüssesi yüzünden sık sık yaralansa bile, kuvvetli bir bünyeye sahip olmasından dolayı yaraları çabucak iyileşir. Savaşlardaki yiğitliği ve gözü pekliği pek meşhurdur. Gençliğinden yaşlılığına kadar hep ilk saflarda savaşa atılmıştır.
O, kudretli ve cesur bir savaşçı olduğu kadar bilgili, kültürlü ve sanatkar bir hükümdardır. Savaşa veya ava gitmediği zamanlarda Helen bilginleriyle felsefi tartışmalar yapar, tarih ve tababet kitapları okur. O zamanki tababet daha çok zehirler ilmi olduğundan, zehir ve devaları konusunda pek çok araştırma yaptırmıştır. Soyundan geldiği Ahamenişlerin Ahuramazda dinine inanır. Bu yüzden oğullarının tamamına Pers adları vermiştir. Ama Kapadokya’daki Komana rahipliği ile Helen kültlerinin koruyuculuğunu da üstlenmiştir.
Mithridates, Perslerden olmasına karşın, Helen eğitimi ile yetişmiş biridir. Bir yandan doğunun temsilcisi Büyük Darius’u, diğer yandan batının temsilcisi Büyük İskender’i şahsında toplamıştır. Aynen onlar gibi, o zamanlar iki ayrı dünya olan Pers ve Helen uygarlıklarını birleştirmeyi düşlemiştir. Uygarlığın beşiği Anadolu’da Helen felsefesi ve Ahuramazda ahlakı üzerine kurulu yepyeni bir uygarlık yaratmak istemiştir.
Mithridates, yiğit olduğu kadar aynı zamanda cefakar, soğukkanlı ve yılmaz bir serdardır da. Başarısızlıklarında, yenilgilerinde her zaman Phoenix gibi küllerinden doğmasını bilmiştir. Azimli ve teşkilatçı bir komutandır. Bu özellikleriyle Aquilius, Murana, Cotta, Triarius gibi Roma komutanlarını yenerken, muayyen şanssızlığı yüzünden Sulla’ya, Lucullus’a ve Pompeius’a baş eğmiştir.
O zamanın süper devleti Roma’ya kafa tutan, Anadolu kavimlerinin koruyucusu Büyük Mithridates’e, Helen tarihçileri Kapadokya kralı (Pontus Kapadokyası), Romalı tarihçiler ise Pontus kralı demişlerdir. Romalı tarihçilerin Pontus kralı demelerinin nedeni, Karadeniz’in (Pontus Euxinus), Mithridates’in bir gölü haline gelmesidir. Krallığı en geniş haliyle, Karadeniz çevresindeki bir kısım birbirinden kopuk kara parçalarından oluşmuştur. Krallığında fiziki bütünlüğünün bulunmamasından dolayı siyasi, kültürel ve sosyal olarak tam ve sağlam bir birlik kurulamamıştır. Toprak parçalarında birbirine sadece denizden ulaşılabilen krallığının çeşitli kavim ve halklardan oluşması, krallıktaki bağı çok zayıf tutmuştur. Bu bağ ancak Mithridates’in gücü ile sağlanmıştır. Kralın otoritesi azaldığında bu bağ kopup birlik hemen parçalanmıştır.
Mithridates krallığının merkezi olan bölge az çok bir bütünlük arz eder. Burası Pontus Kapadokyası ve Paflagonyasından başka Fırat-Kelkit arasındaki topraklar ve Tibarenler ile Khaliplerin yaşadıkları yerlerdir. Ancak Karadeniz’in tam karşı kıyısındaki merkeze bağlı kral naipliği olarak yönetilen Kırım Bosfor’u ile doğu kıyısındaki satraplık olarak yönetilen Kolkhis ise iki ayrı ülke sayılır. Sadece denizle birleşen bu üç toprak parçası hiçbir zaman fiziki olarak birbirine bağlanamamıştır. Merkez ile Kolkhis arasında Paryadres dağları, Kolkhis ile Bosfor arasında Kafkas dağları çetin ve sarp engeller oluştururlar. Zaten Mithridates’e en bağlı olan halklar, merkezdeki Pontus Kapadokyalıları ve Paflagonyalıları, Karadeniz’in güney kıyısındaki Helen kolonileri ile Khalybler, Tibarenler ve Fırat-Kelkit arasındaki Ermeniler olmuşlardır.
Asıl merkezdeki Pontus krallığı, batı Karadeniz’de Parthenios’tan başlar. Bu ırmak, Bitinya ile kısa bir doğal sınır oluşturur. Paflagonya’nın sahil dağlarını kapsadıktan sonra, Amnias vadisinden güneye doğru inen Galatya sınırı Halys’le Kapadoks’un birleştiği yere kadar gelir. Güneyde Khammanen bölgesindeki Dasmenda kalesinden başlayan Kapadokya sınırı, Mazaka’nın 800 stadion kuzeyindeki dağ silsilesinden geçerek Laviansen bölgesinin doğu ucuna kadar uzanır. Fırat nehri ile Skydides dağları, Tigranes’in Ermeni krallığının sınırını belirler ve Pontus krallığı, doğu Karadeniz’de Akampsis ırmağına kadar dayanır.
Pontus krallığının arması, Perslerin mitolojik atası Perseus’tan gelen Pegasos ile ay-yıldızdır. Bu ay-yıldızın etrafında birleşen değişik ve çeşitli halklar, Mithridates’in şahsında bir devlet oluşturmuştur. Çeşitli ırklara, kültürlere, dillere, dinlere, gelenek ve göreneklere sahip olan halklar bu devlette toplanmıştır. Krallıktaki başlıca halklar şunlardır:
Mithridates’in de tabi olduğu Anadolu’daki Ahameniş devri kalıntıları olan Pers asilzadeleri, asker ve ruhban sınıfı ki bunlar Pontus Kapadokyasının verimli ovalarına sahiptirler. Dinleri Ahuramazda’dır. Bunlarda Pers kültürü egemendir.
Kapadokyalılar, krallığın en kalabalık ve kadim halkıdır. Tam Helenleşmemiş, eski geleneklerini devam ettirip, Kapadokya dili konuşmaktadırlar. Eski tanrılarının Helenleşmiş biçimlerine tapınırlar.
Pontus krallığının Karadeniz kıyısındaki bütün kentleri Helen kolonileridir. Ticaretle uğraştıklarından hepsi de gelişmiştir. Mithridates’in Helen kültür ve uygarlığını benimsemesi, Helen halkına özel önem vermesine yol açmıştır. Kendi eşlerinden komutanlarına kadar hep Helenlerden seçmiştir. Öyle ki başkenti bile bir Helen kolonisi olan Sinop’tur. Romalıların zulmünden kaçan Helenlere daima kapılarını açık tutmuştur. Helenler de Mithridates’i, Anadolu’yu fethettiği zamanlarda, Roma mezaliminden kurtulmanın getirdiği sevinçle kahraman olarak karşılamışlardır.
Paflagonyalılar geleneklerine bağlı ve özgürlüklerine düşkün bir halktır. Ancak aynı zamanda batıl inançlı ve tembel insanlardır. Frigler gibi doğa tanrılarına inanırlar. Basit kayaları kutsallaştırarak tapınırlar.
Lykos vadisi, Halys’in kaynağı ve Fırat boyunca yaşayan Ermeniler aslında Persleşmiş bir kavimdir. Tanrıları da İran etkisindeki Anaitis’tir. Kentleşmiş yerleşimleri olmadığından daha çok köylerde yaşarlar.
Paryadres ve Skydides dağlarında yaşayan diğer çeşitli kavimler ise medeniyetten pek nasibini almamış halklardır. Batı Paryadres’te yaşayanlar doğuya göre daha medenidir. Bu Khalib ve Tibaren halkları en azından ya çoban ya da ücretli asker olarak çalışırlar. Hayatları neşe ve eğlencedir. Dürüst ve konukseverdirler. Tibarenler ile biraz daha doğudaki Mossineklerde cinsi ilişkiler serbesttir. Tibarenlerde, kuluçka geleneği olarak bilinen, kadın doğurduğu zaman onun tespit ettiği erkeğin çocuğun yanında yatması ve böylece çocuğun babası olarak ilan edilmiş olması alışkanlığı, çok eski devirlerden gelen bir kalıntı olmalıdır. Doğu Paryadreslerdeki Mossineklerde ise her şeyin herkesin gözü önünde olması gibi alışkanlıkları vardır. Onlar gibi komşuları Tzanlar ve Bizerlerin de inancı fetişizmdir. Doğudakiler genelde eşkıyalık ile geçinirler. Ama hepsi de neşeli ve konuşkan insanlardır.
Pontus krallığı bu şekilde tabiri caizse halkların mozaiğidir. Çeşitli kaynaklara göre krallık içinde konuşulan dil sayısı 22 ila 25 arasındadır. Çok eski zamanlardan beri süregelen kültürlerden iç bölgelerde Ahamenişlerin izleri belirginken, deniz kıyılarında Helen etkisi fazladır. Pers-Helen kültürünün yerli geleneklerle karışıp kaynaşmış sosyal yapısı, Pontus devletinin esasını belirler.
Pontus’ta soydan gelen krallık, eski zamanlardan beri ön Asya’da yaygın olan yönetim şeklidir. En büyük erkek çocuk, krallığa hak kazanır. Kral her şeydir: Mutlak hakim, ordu ve donanmanın baş komutanı, büyük yargıç, din adamı vb… Devletin idari teşkilat ve taksimatında Perslerden alınan satraplık sistemi uygulanmıştır. Kral dostları olarak görevlendirilmiş asilzadeler, komutanlık, bakanlık, satraplık vb. büyük devlet görevlerine getirilmiştir. Pontus egemenliğindeki Helen kolonilerinde bile merkezi krallığın atadığı yöneticiler görev yapmıştır.
Kapadokya krallığında 10, Tigranes Ermeni krallığında 120 yönetim bölümüne karşılık Pontus’un asıl krallığında 24 yönetim bölümü (Eparkhie) vardır. Bunlar: Pontus Paflagonyasında Domanitid, Blene, Pimolisen; Pontus Kapadokyasında Eanarea, Dazimanitid, Kamisen, Kolopen, Koranitid, Zelitid, Eazaken, Fazemenitid, Diakopen, Ksimen; Küçük Ermenistan’da Orbalisen, Aetulane, Orsen, Orbisen; sahillerde Amastris, Cazelonitid, Saramen, Themiskyra, Sidon, Tibarenia ve Sannika. Her yönetim bölümün başındaki görevli, Kapadokya’daki gibi “strategia” olarak adlandırılır. Mithridates’in Paryadres ve Skydides dağlarında sayısı 75’i bulan şatoları (Gazophylacie) çok ünlüdür. Mithridates topladığı vergi ve savaş ganimetlerini bu şatolarda saklamış, ancak hiçbiri de Romalılardan kurtulamamıştır.
Pontus’un milli ordusu Kapadokyalılar, Paflagonyalılar, Ermeniler, Khalybler, Tibarenler, Kolkhisliler, Bosforlular gibi tebaadan ve İskitler, Meotienler ve Toriler gibi vasallardan oluşmuştur. Ücretli askerler daha çok Helenler, İskitler, Sarmatlar, Bastarnlar, Keltler ve Thraklardır. Sonraları Mithridates, Roma’nın can düşmanı olunca, Roma ordusundan kaçan asker ve komutanları mülteci asker olarak istihdam etmiştir. Sayıları zaman geçtikçe artan bu mülteci Roma askerlerinden bir kolordu bile oluşturmuştur. Pontus krallığında ordu üç sınıfa ayrılır: Piyade, süvari ve tırpanlı arabalar… Piyadenin hemen hemen beşte birle onda biri arasında süvari kıtaları bulunur. Süvariler Roma ordusundan hem sayıca hem de kabiliyet olarak daha üstündür. Bin veya iki bin piyadeye bir tırpanlı araba düşer. Bu arabalar Ahamenişlerden gelirler. Pontus’un bir deniz devleti olması açısından donanma özel bir yer tutar. O zamanki en büyük savaş gemilerinden zırhlı güverteli üç ila beş kürekli kadırgalar ile daha küçük iki kürekli kadırgaların sayısı, Pontus’un en kuvvetli olduğu zamanda 400 adete kadar çıkmıştır. Pontus askerlerinin ilk başlarda, Med ve İskitlerinki gibi altın ve gümüşle süslü zırhları vardır, ama bunlar savunma yönünden çok zayıf kalmıştır. Madeni kalkanı olan Roma ve Makedon kıtaları bu bakımdan daha güçlüdür. Ancak Romalılarla olan ilk savaştan sonra Mithridates, ordusunda süslü ve lüks savaş silah ve gereçlerini yasaklamıştır. Ayrıca Roma lejyonlarında bulunan silah ve teçhizatlar ile eğitim ve teşkilatı aynen alıp kullanmıştır. Ama yine de yerel halk kendine özgü silahlarını kullanmaya devam etmiştir.
Pontus Kralı Mithridates Eupator’un nasıl Anadolu kaplanı olduğu ve “Büyük” lakabını nasıl aldığı maceralı hayat hikayesinde gizlidir:
MÖ 2. yüzyılın sonlarına doğru Pontus Kapadokyasında Kraliçe Laodike, kocası Mithridates Euergetes’i dostları vasıtasıyla ortadan kaldırtır. Öldürülen krala ait kuşkulu bir vasiyetnamede taht, kraliçe ile henüz on iki yaşında olan erkek çocuğuna bırakılmıştır. Roma’nın dostu olan Laodike, vasi olarak Pontus krallığını yönetmeye başlar.
Kraliçe Laodike, Seleukosların kralı Antiokhos Epifanes’in kızıdır. Yedi çocuğundan beşi kız ve ikisi erkektir. Kızlarından ikisi kendi adı gibi Laodike, diğerleri Roksan, Statira ve Nisa; erkek çocuklarından büyüğü olan tahtın varisi, babasının adından Mithridates Eupator Dionysios, diğeri de küçük Khrestos’tur.
On dört yaşına gelen Eupator’un tahtı almasından çekinen Laodike, kocası gibi onu da dostları tarafından öldürtmek ister. Kolanları çözülerek azgın bir ata bindirilen küçük prens, dörtnala giden attan biniciliği sayesinde kurtulur. Diğer bir suikast girişiminde zehirlenmeye çalışılan Mithridates Eupator, kendisinin mutlaka öldürüleceği düşüncesiyle, bir gün okunu, yayını ve hançerini alarak dağlara çıkar. Tam yedi yıl Karadeniz’in dağlarında ve sık ormanlarında vahşi bir hayat yaşar. Bu vahşi hayat onu pişirip sağlamlaştırır, sertleştirip yılmaz ve korkusuz bir savaşçı yapar. Hatta krallığını, çocukluğunda yaşadığı bu vahşi hayata borçludur.
Mithridates yirmi bir yaşında iken, zevk ve sefa alemindeki annesinin saltanatını yıkmak için başkent Sinop’un surları önüne gelir. Kraliçenin yönetiminden memnun olmayan halk ayaklanır ve genç Mithridates’i tahta geçirir (MÖ 111).
Çocukluk arkadaşı Dorylaos’u başkomutan yapan genç kral, orduyu yeniden teşkilatlandırır. Atak, hırslı ve azimli kralın ilk işi, İskitlerin baskısından bunalan Karadeniz’in kuzey kıyısındaki Helen kentleri Panticapaeum ve Kersonez’in yardımına koşmaktır. Önceden beri Karadeniz’in her iki kıyısındaki kentlerin akrabalık ve ticaret ilişkileri vardır. Mithridates, Diofantos’un komutanlığında bir ordu göndererek, MÖ 110-107 yılları arasında yapılan savaşlardan sonra Kırım’dan İskitleri atıp, Helen kentlerini kendisine bağlar. Bu başarı Mithridates’in ufkunu açmış, yepyeni parlak zaferler için kendisine bir başlangıç olmuştur.
Mithridates, Azak denizindeki egemenliğini genişletmek için Neoptolemos idaresinde yeni bir ordu daha gönderir. Birkaç yıl içerisinde Azak denizinin doğu ve kuzey kıyılarındaki kabileler Mithridates’in krallığına tabi olurlar. Bu arada Kolkhis ve Küçük Ermenistan ele geçirilir.
MÖ 103 yılında Mithridates’in krallığı artık Anadolu’daki küçük bir devlet değil, gerçek anlamda Karadeniz devleti olmuştur. Zaten Pontus (Deniz) Krallığı denmesinin nedeni de budur. Karadeniz, Mithridates’in eline geçmiştir artık. Pontus Kapadokyasından Karadeniz’e genişleyen ve doğuda Kolkhis’i ele geçiren krallık, bundan sonra gözünü batıya ve güneye dikecektir. Anadolu’nun fethi Mitridates için artık olanaklı görünmeye başlamıştır.
MÖ 2. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’da, Roma eyaletlerinden başka Rodos, Kyzikos ve Herakleia cumhuriyetleri, Lidya konfederasyonu, federal Galatya ile Bitinya, Paflagonya ve Kapadokya krallıkları bulunmaktadır. Seleukoslar, Torosların gerisine itilmişlerdir. Doğu Anadolu’da ise yukarı Aras boylarında Ermeni krallığı ve güneye doğru Part imparatorluğu egemenliği vardır. Bitinya krallığı haricinde Anadolu’nun diğer devletleri çok kötü durumdadır. Roma’nın Asya ve Pamfilya-Kilikya eyaletlerinde de Helen ve yerli halka yapılan baskı ve buraların sömürülmesi Romalılara karşı nefret uyandırmıştır. Anadolu’nun bu zayıf hali, parçalanmış krallıkları, kuvvetsiz cumhuriyet ve konfederasyonları ile baskı altında bulunan Roma eyaletlerinin kurtarıcı bekleyen halkı Mithridates’e düş kurdurmakta, Anadolu’nun fethini gerçekleştirmeyi düşündürmektedir.
Mithridates, düşünü gerçekleştirmek için MÖ 105 yılında tebdili kıyafet yaparak, yakın adamlarıyla bir keşif gezisine çıkar. Amacı Kapadokya, Galatya, Roma’nın Asya eyaleti, Bitinya ve Paflagonya’yı sırayla dolaşarak, siyasi ve askeri durumları yerinde görüp, fetih planları hazırlamaktır.
Bu keşif gezisinde uzunca bir zaman Sinop’tan ayrı kalan Mithridates’in öldüğüne inanılır. Bu arada kralın dostları ona ihanet eder, kraliçe Laodike’yi (Mithridates, tahta geçtikten sonra eski Pers adetlerine uyarak kızkardeşi ikinci Laodike ile evlenmiştir.) baştan çıkartırlar. Mithridates, sarayına döndüğünde bu durumdan haberdar olur, hainleri ve karısını toptan ortadan kaldırtır.
MÖ 104 yılında Romalıların Kimbri istilasıyla uğraşmasını fırsat bilen Mithridates ile Bitinya Kralı Nikomedes Euergetes anlaşarak, iki uçtan Paflagonya üzerine yürümeye başlarlar. Her biri kendi tarafındaki Paflagonya topraklarını ele geçirdikten sonra Galatya’ya da saldırıp aralarında paylaşırlar. Roma’nın bu fetihlere ses çıkarmamasını sağlamak için Mithridates, Roma’daki Senato üyelerine açıktan açığa pek çok altın dağıtmıştır.
Kapadokya’yı zapt etmek için Nikomedes, MÖ 102 yılında Mithridates’ten önce davranır. Kapadokya sınırını aşan Bitinya ordusunu gören Kapadokya Kraliçesi Laodike (Mitridates’in ablası olan büyük Laodike’dir. Kapadokya Kralı Ariarathes Epiphanes Filopator ile evlenmiş, ancak kocasının MÖ 111 yılında asilzadelerden Gordios tarafından öldürülmesi üzerine henüz çocuk olan oğlunun naipliğine geçmiştir), Bitinya Kralı ile mantık evliliği yaparak her iki krallığın birleşmesini sağlar. Kapadokya’nın Bitinya’ya ilhak olmasını kabul etmeyen Mithridates, yeğeninin tahtını korumak bahanesiyle Kapadokya’ya girip Bitinyalıları oradan kovar. Yeğeni Ariarathes Filometor’u MÖ 100 yılında Mazaka’da tahta geçirir. Ancak genç kral Ariarathes, Pontus’a sığınmış olan babasının katili Gordios’un memleketine dönmesine itiraz etmesi üzerine, iki ordunun gözü önünde, görüşme talep eden bizzat dayısı Mithridates tarafından hançerlenerek öldürülür.
Mithridates, sekiz yaşındaki kendi oğlunu, Nisa’nın zehrinden kurtulmuş olan Kapadokya Kralı Ariarathes Eusebes Filopator’un oğlu diyerek tahta oturtur (Kapadokya kraliçesi Nisa, kocası savaş alanında öldükten sonra tahtı kaptırmamak için beş oğlunu art arda zehirleyerek katletmiş, altıncısı ancak kaçırılarak kurtarılmıştır. Zehirlenme olayı yirmi yıldan önce olduğu halde sahte prens henüz çocuktur). Mithridates, fiili idareyi Gordios’a bırakır.
MÖ 99 yılında Kapadokya’da meşhur Romalı general Gaius Marius ile görüşen Mithridates, ondan destek yerine nasihat alır: “Ya Romalılar kadar güçlü ol, ya da onlara boyun eğ!..” Mithridates bu nasihati hep dinlemiş, bütün hayatı boyunca Romalı kadar güçlü olmaya çalışmış, olamadığı yerde boyun eğmiştir.
Kapadokyalılar sahte krallarını bir isyanla kovup, yerine Ariarathesler hanedanının son prensi olan Ariarathes Epifanes’i (Bu prens, Mithridates’in öldürdüğü yeğeninin küçük kardeşidir) geçirirler. Mithridates bu duruma rıza göstermez ve Kapadokya’yı yeniden fetheder.
Kaçan kral kısa bir süre sonra hastalanarak ölünce Ariarathes hanedanı son bulur. Ancak Bitinya Kralı Nikomedes ile evlenmiş olan Laodike, Romalılara giderek, Ariarathes Epiphanes Filopator’dan bir oğlu daha olduğunu ve tahta onun oturması gerektiğini iddia eder. Mithridates de kendi uydurma iddiasını dile getirmek için Gordios’u gönderince, iki sahte prens Roma Senatosunda şiddetle savunulur.
Ne var ki Kimbri tehlikesinden kurtulan Roma, Pontus kralına Kapadokya, Galatya ve Paflagonya’dan; Bitinya Kralına da Galatya ve Paflagonya topraklarından çıkmasını bir ültimatomla bildirir. Durumun ciddiyetini anlayan Mithridates ile Nikomedes, zaptettikleri yerlerden çekilirler.
Roma’nın kararı, her üç ülkenin de hür birer cumhuriyet olması yönündedir. Paflagonyalılar bu kararı sevinçle karşılarken, Kapadokyalılar cumhuriyet idaresini tehlikeli bulmaktadırlar. Roma’ya bir heyet gönderen Kapadokyalılar, başlarına bir kral getirilmesine izin verilmesini isterler. Roma tarafından bu talep hayretle karşılanmakla beraber kabul edilir. Eski Pers asilzadelerinden Ariobarzanes, Filoromeus unvanıyla MÖ 95 yılında Kapadokya krallığına geçer. Yeni kral gerçekten de unvanı gibi ömrü boyunca hep Roma’ya dost kalır.
Hırslı ve azimli Mithridates, krallığını güneye doğru genişletmek için elbette yılmayacaktır. Gordios önderliğindeki kendi taraftarlarını destekleyerek, Kapadokya’yı ele geçirme planları yapar. Bu amacını gerçekleştirmek için doğuda yeni yeni yıldızı parlayan Ermeni Kralı Tigranes’ten medet umar. Gordios’u Tigranes ile antlaşma yapmaya gönderir. Antlaşmanın gerçekleşmesini müteakip Mitridates, küçük kızı Kleopatra’yı yaş farkına rağmen, kendisiyle aynı yaştaki Tigranes’e verir.
Yapılan antlaşma gereğince, Tigranes’in orduları MÖ 93 yılında Kapadokya’ya girer. Karşı koymayı düşünmeyen Kapadokya Kralı Ariobarzanes, hazinelerini yüklenip Roma’nın yolunu tutar. Gordios, tekrar naip olarak Kapadokya krallığının başına geçer.
Ancak Ariobarzanes’in yanında götürdüğü hazineyi Senatoda bol keseden dağıtması Roma’nın çabuk harekete geçmesine neden olur. Ariobarzanes’i tahta oturtma görevi, general Cornelius Sulla’ya verilir. Sulla, Kilikya’dan Torosları aşarak Kapadokya’ya girer. Gordios’un ve ardından Tigranes’in ordularını yendikten sonra Fırat’a kadar dayanır. Roma ordusunun ilk defa Fırat’ta görülmesi, Part Büyük Kralı Mithridates Soter’i telaşta bırakır. O Orobaz’ı elçi olarak Sulla’ya gönderir. Sulla, kendisi yüksek bir tahtta otururken, elçi Orobaz ve Kapadokya krallığına yeniden oturttuğu Ariobarzanes’i alçak tahtlarda oturtarak kabul eder. Böylece Roma’nın üstünlüğünü göstermiş olmaktadır. Part büyük kralı, kendisini iyi temsil edemeyen elçisinin boynunu vurdursa bile Roma ile Partların bu ilk karşılaşmasında sınır olarak Fırat nehrini kabul etmek zorunda kalır.
Pontus Kralı Mithridates, Kapadokya’da umduğunu bulamayınca, Karadeniz’in kuzey kıyılarındaki Sarmatlar ve Bastarnlar üzerine yürür ve burada parlak zaferler kazanır.
Bu arada MÖ 91 yılından itibaren İtalya’da başlayan iç karışıklıklar ve savaş, Anadolu’daki Roma kuvvetlerinin çekilmesine ve gücünün sarsılmasına neden olur. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen Mithridates, Tigranes ile yeni bir anlaşma yaparak Kapadokya’yı ele geçirip, oğlunu yeniden Kapadokya krallığına getirir. Ayrıca Bitinya prensi olan Sokrates’e de yardım ederek, Bitinya tahtını, kardeşi Nikomedes’ten almasını sağlar. Aynı kaderi paylaşan Ariobarzanes ve Nikomedes MÖ 90 yılında soluğu Roma’da alırlar. Yine Roma’dan diledikleri destek karşılıksız kalmaz. Manius Aquilius başkanlığında bir heyet Anadolu’ya gelir. Bu heyet, daha önce yapılan anlaşma hükümleri gereğince ve tarafını belirlemek amacıyla Mithridates’ten de asker ister. Bunun üzerine Mithridates, ne asker vermeyerek Roma’yı karşısına alır, ne de ona asker vererek yanında olur. Romalının geliş nedenini ortadan kaldırmak için oğlunu Kapadokya’dan çağırtıp, Bitinya’da da Sokrates’i öldürtür. Böylece Roma için savaşacak neden kalmaz. Ariobarzanes ve Nikomedes de bir yıl geçmeden tahtlarına tekrar kavuşurlar.
Akabinde, MÖ 89 yılında Bitinya Kralı Nikomedes, Romalı komutanın yönlendirmesi ile ve ganimet elde etmek için Pontus krallığına karşı savaş açar. Donanması Karadeniz’in liman şehirlerini basarken, kendisi de ordunun başında Amastris’e kadar ilerleyip, birçok köy ve şehri yağma edip ganimetlerle geri döner. Böylece bunlarla Romalılara olan borçlarını öder. Mithridates bu tecavüze karşı, oğlu Ariarathes idaresinde bir orduyla daha kolay lokma olan Kapadokya’yı fetheder. Kapadokya Kralı Ariobarzanes adeti olduğu veçhile kaçarak kurtulur.
Bu arada Mithridates, Romalı general Aquilius’un karargahına bir elçi göndererek, daha önce yapılan antlaşma çerçevesinde Bitinya kralını yola getirmeye davet edip, eğer bunda kendisine yardımcı olunduğu takdirde kendi donanmasının da İtalya’daki isyanı bastırmak için Akdeniz’e gönderileceğini bildirir. Elçi Pelopidas ayrıca, istekleri yerine getirilmese bile, Senatonun kararına kadar Pontus ile Bitinya arasındaki ihtilafta tarafsız kalmalarını talep eder. Romalı general bu pervasız taleplere sert karşılık vererek, Bitinya’ya saldırının kabul edilemeyeceğini, Kapadokya Kralı Ariobarzanes’in tahtını korumanın kendi görevi olduğunu, Mithridates’in Senatonun emirlerine kayıtsız şartsız uymak zorunda olduğunu elçiye bildirir ve onu aynı akşam hemen geri gönderir.
İki tarafın restleşmeleri akabinde savaş hazırlıklarının başlamasını gerektirmiştir. Romalılar kısa zamanda Bitinya ordusu ile birlikte 160 bin asker toplarlar. Yapılan plana göre, 50 bin piyade ve 6 bin süvariden oluşan Bitinya ordusu, Nikomedes yönetiminde Paflagonya üzerinden saldırıya geçecektir. Aquilius, Roma askerleri ile Bitinya’yı korumak üzere Belleos (Timonitide) vadisinde, Asya valisi Cassius, Galatya ve Frigya’yı korumak üzere Gordion’da kalacak, Kilikya valisi Oppius ise Kapadokya’dan hücum edecektir. Asya eyaleti ve Bitinya gemilerinden oluşan filo, Romalı amiraller Rofus ve Poppilius yönetiminde Marmara denizinde gözetleme yapacaktır. Fakat Mithridates’in savaş hazırlığı çok önceden beri vardır. Bundan dolayı 400 gemilik filosundan başka, 230 bin piyade ve 30 bin süvariden oluşan ordusunda Pontusluların haricinde çeşitli kavimlerden olmak üzere (Bosforlu, Ermeni, Meotien, İskit, Sarmat, Bastarn, Thrak, Kelt, Galatyalı, Kapadokyalı, Paflagonyalı) çoğu ücretli yabancı asker ve generaller bulunmaktadır. Pontus ordusu Amasis ovasında toplanmadan önce Bitinyalıların saldırı haberi gelir. Ariarathes emrindeki 10 bin süvari ile iki kardeş komutan olan Arkhelaos ve Neoptolemos emrindeki 40 bin piyade Boyabat boğazı çıkışında Bitinya ordusunu karşılarlar.
Pontusluların kullandığı ve Bitinyalıların bilmediği savaş arabaları orduda şaşkınlık ve panik yaratır. Üstün sayıya karşın Bitinya ordusu perişan olur ve Nikomedes savaş alanından kaçarak Roma komutanı Aquilius’a sığınır. Mithridates, birkaç gün sonra 150 binden fazla askerle onu takibe başlar. Nikomedes, Mithridates’in ordusu ile geldiğini duyunca mümkün olduğunca uzaklaşıp, Frigya’daki Cassius’un yanında soluğu alır. Mithridates’i karşılamak için Belleos vadisinde bekleyen Romalı komutan Aquilius’un yerlilerden oluşan ordusu panikleyerek hiç savaşmadan dağılır. Aquilius’un kalan kuvvetleri geri çekilmeye çalışırken, Neoptolemos komutasındaki öncü birlikler onlara yetişir. Hemen hemen bütün askerleri imha edilen Aquilius karanlıktan yararlanarak tek başına kaçıp, Bergama’ya zor sığınır.
Üzerine gelen Pontus ordusundan çekinen Asya valisi Cassius ise savaşmaya cesaret edemeyip, Frigya’daki Leontosefale kalesine ve bir süre sonra da güvenemediği yerli askerlere yol verip, emrindeki Roma lejyonuyla Meander Apameia’sına çekilir. Bu arada Kapadokya’daki savaşta yenilen Kilikya valisi Oppius da Lycos Laodike’sine kapanır. Bitinya ve Asya eyaletinin birleşik filosu da ordularının yenilgisi üzerine çarpışmadan teslim olur.
Mithridates’in karşısında artık onu durduracak bir ordu kalmamıştır. Bütün Anadolu, önünde savunmasız durumdadır. Mithridates’in ordusu, Laodike’yi kuşatarak, Romalı vali Oppius’u birkaç gün içinde ele geçirir. Bu arada vali ve komutanlardan Aquilius, Bergama’da kendini güvende hissetmeyip Midilli’ye, Cassius ve Manlius Maltinus ise Rodos’a kaçmıştır. Bitinya Kralı Nikomedes ile Kapadokya Kralı Ariobarzanes de yeniden İtalya’nın yolunu tutmuşlardır.
Pontus ordusu MÖ 88 yılında Roma ve Bitinya ordularını hezimete uğrattıktan sonra, Frigya, Misya, İyonya topraklarından oluşan Asya ile Dağlık Kilikya ve Pamfilya eyaletlerini ve Bitinya krallığını tamamen fethetmiştir. Efessos, Tralles, Meander Magnesia’sı gibi kentler Mithridates’i kurtarıcı olarak karşılamışlar, ona “Asya’nın büyük kurtarıcısı”, “büyük ata”, “yeni Dionysos” gibi unvanlar vermişlerdir.
Midilli’de hasta olarak ele geçirilen Aquilius türlü işkencelerden sonra Bergama’da öldürülür. Anadolu’daki bütün Romalıların öldürülmesi kararı alınır ve 100 bin Romalı hemen her kentte aynı günde katledilir. Böylece Anadolu’daki Romalı asker ve sivilin kökü kazınır. Mal ve mülkleri talan edilir. Mithridates, ele geçirilen ganimetler ve Bergama’daki Attalos’un hazinesinden dolayı halktan vergi alınmayacağını ilan eder. Anadolu’nun yeni kralı artık Mithridates’tir.
Anadolu’dan sonra gözünü Yunanistan’a diken Mithridates, Atinalı Aristione ile anlaşıp Romalıların oradan atılmasını sağlar. Delosluların Roma taraftarlığından vazgeçmemesi üzerine Arkhelaos komutasındaki Pontus donanması Atinalılarla birlikte adayı yağmalar ve 20 bin erkeği kılıçtan geçirip, kadın ve çocukları esir ederler. Alınan ganimetler paylaşılır. Artık Karadeniz’den sonra Ege de Mithridates’in denizi olur. Bütün Kıta Yunanistan’daki kentler, Roma’nın Makedonya’ya giren Thraklarla uğraşması dolayısıyla Roma egemenliğinden ayrılırlar.
Ege denizinde zapt edilemeyen sadece Rodos adası kalır. Mithridates’ten kaçan Romalı komutanlardan Cassius ve Maltinus’un da iltica ettiği Rodos’u almak için, amiral Damagoras idaresindeki Pontus donanması, bizzat Mithridates ile birlikte hemen yola çıkar. Ancak uzun süren kuşatma sonunda Rodos adası zapt edilemez. MÖ 88 yılının kış mevsimi yaklaştığından Mithridates, kuşatmayı kaldırıp Bergama’ya döner. Burada, Stratonikeli Monim ile görkemli bir düğün yaparak evlenir.
Bergama’yı kendisine merkez yapan Pontus kralı Mithridates, devletini yeniden teşkilatlandırıp, Attalos hanedanlığını diriltmek arzusuyla, krallığının görkemi ve gücünün bir işareti olarak altın sikkeler darp ettirir. Ne var ki Roma, bu yeni Anadolu devletinin filizlenmesine rıza göstermeyecektir.
MÖ 87 yılının başında Roma’da hakimiyeti ele geçiren Cornelius Sulla, Pontus kuvvetlerinin Yunanistan’da ilerlemelerini durdurmak ve Kıta Yunanistan’ı tekrar zapt etmek üzere 30 binden biraz fazla sayıda ordu ile Epir kıyısına çıkarma yapar. Sulla kuvvetleri Teselia ve Etolia arasından Beotia’ya girer girmez, Attika ve Euboia haricinde Thebai başta olmak üzere güneydeki bütün kentler Roma tarafına geçerler. Bunun üzerine Pontus ordusu komutanı Arkhelaos Pire’ye, yerel ordunun komutanı Aristione de Atina’ya çekilir. Sulla, her iki kenti de kuşatır, ama ele geçiremez. Roma ordusunun bir kısmı diğer Helen kentlerini yağmalayıp tahrip ederler.
Roma ordusu Yunanistan’da oyalanırken, Mithridates’in oğlu Kapadokya Kralı Ariarathes ile Pontus komutan Taxil, Trakya ve Makedonya’nın zaptı ile uğraşmaktadırlar. Bundan dolayı Yunanistan’da kuşatma altındakilere yardım gönderemezler. Ne var ki kuşatmaya daha fazla dayanamayan Atina MÖ 86 yılının baharında düşer, Roma ordusu kenti yakıp yıkar, bütün Atinalıları öldürür. Aristione, az bir kuvvetle Akropol’e sığınır. Atina düşünce, Sulla, Pire’ye daha fazla baskı ile saldırır. Arkhelaos bunalıp kenti terk ederek, ordusu ve donanması ile Münichie yarımadasına çekilir. Pire, Romalıların yağma ve tahribine bırakılır. Sulla, donanması olmadığından Pontus kuvvetlerine saldırmaktan çekinir. Bu arada bir türlü Atina ve Pire’nin yardımına gidemeyen Ariarathes, ancak iş işten geçtikten sonra Makedonya’dan güneye doğru yola çıkar. Mithridates, oğlunun bu ağır davranmasının cezasını hemen zehirleterek verecektir. Komutanlık Taxil’e geçer. Sulla, kendisine Roma’dan yardıma gelen Hortensius ile birleşerek Taxil’in üzerine yürür. Bunun üzerine Arkhelaos da Taxil ordusu ile birleşir. Pontus ve Roma ordusu Beotia’daki Chaeronea’da karşılaşırlar. Burada yapılan şiddetli bir savaşta Arkhelaos ve Taxil’in 60 bin kişilik ordusundan ancak 10 bini sağ kalır. Onlar da savaş alanından kaçarak Khalkis’e sığınırlar. Sulla, donanması olmadığından onları ancak Euripus’a kadar takip edebilmiştir. Bu arada Atina Akropol’üne kapanan Aristione de açlık ve susuzluktan teslim olur. Sulla, zafer alayında onu teşhir ettikten sonra zehirleyecektir.
Ordusunu dinlendiren Sulla, Yunanistan’da Roma idaresini sağlamlaştırmaya çalışırken, Roma Senatosu doğuya yeni baş komutan olarak Valerius Flaccus’u, vali olarak da Flavius Fimbria’yı atar. İki lejyon askerle Sulla’nın üzerine yürüyen Flaccius, onun ordusunun kendi ordusundan üç kat fazla olduğunu görünce savaşmaktan vazgeçip, teğet geçerek Makedonya’ya doğru gider.
Bu arada Mithridates, Dorylaos kumandasında 70 bin piyade, 10 bin süvari ve 70 savaş arabasından oluşan bir orduyu deniz yoluyla Arkhelaos’a yardıma gönderir. Arkhelaos’un 10 bin askerini de alan Pontus ordusu Beotia’ya girer. Sayıca az olmasına karşın Sulla da ordusu ile Beotia’ya gelir. Orkhomenos yakınındaki Kopais gölünün kıyısında büyük bir savaşa tutuşan iki ordu iki gün kıyasıya çarpışır. Ne var ki üstün gelen taraf disiplinli Roma ordusu olur. 50 bin ölü ve 25 bin esir veren Pontus ordusu yine hezimete uğrar.
Yunanistan’da ardı ardına gelen yenilgiler Pontus krallığını güç durumda bırakmıştır. Bu arada Anadolu’da da durum parlak değildir. Galat Tetrarkları ile yaşanan sorunda Tetrarkların çoğu öldürülür. Sakız adası halkı da sürgüne gönderilip, malları yağma edilir. Efessos halkı, aynı şeylerin başlarına geleceğinden korkup ayaklanırlar. Bunu gören diğer kentler de isyana katılır. Mithridates, ayaklanmaları bastırmak için çeşitli önlemler almaya girişir. Ancak Mithridates’in gittikçe despot bir yönetime kayması, Anadolu halkının, iki yıl önce atılan Romalıları artık kurtuluş umudu olarak görmesine yol açmıştır.
Bu arada Makedonya’daki Thrakları yenen Flaccius idaresindeki Roma ordusu, Anadolu’ya geçmek için MÖ 85 yılı başında Bizans önlerine gelir. Bu arada Fimbria’nın kışkırtmalarıyla ordu ayaklanıp Bizans’ı yağmalar. Komutan Flaccius ise Khalkedon’a ve oradan da Bitinya’daki Nikomedia’ya kaçar. Fakat burada askerler tarafından yakalanıp öldürülür. Fimbria, senato tarafından Flaccius’un yerine geçirilir. Bitinya’yı işgale başlayan Fimbria, önce Nikomedia’yı yağmalatır.
Yunanistan’da sıkışıp kalan Sulla ve Arkhelaos arasında, MÖ 85 yılının başlarında Delion’da barış görüşmeleri yapılmaya başlanır. Ayrıca Arkhleaos, Sulla ile gizlice bir anlaşma yaparak kendi başının çaresine de bakmıştır. Anlaşmaya göre Pontus kralı üç yıl önceki sınırına çekilecek, Sulla’ya da 70 gemi verecektir. Anadolu’daki isyanlardan başka Yunanistan ve Makedonya’nın Sulla’nın, Bitinya’nın da Fimbria’nın eline geçtiğini, bir yandan da Bergama’nın kuzeyden Fimbria ve güneyden Sulla’nın yardımcısı Licinius Lucullus tarafından sıkıştırıldığını gören Mithridates, bu anlaşma maddelerine razı olur. Ama Sulla’ya gönderdiği haberde, Paflagonya’yı ve gemileri vermeyeceğini söyleyerek, Fimbria ile barış görüşmeleri yapabileceğini ima eder. Bu ima Sulla’yı kızdırır. Arkhelaos bizzat Mithridates’i ikna için Bergama’ya gelir.
Bu süre zarfında güneye doğru yürüyen Fimbria’nın ordusunu, veliaht prens genç Mithridates ile komutanlar Taxil ve Diofantos durdurmaya çalışırlar. Fakat Ryndacos ırmağı kıyısında gaflet içinde bulunan Pontus ordusunu, Romalılar baskın yaparak bozguna uğratır. Genç Mithridates canını zor kurtarıp babası Mithridates’in yanına kaçar. Mysia üzerinden Bergama’ya ulaştığında Fimbria ordusu, Pontus Kralı Mithridates’in Pitane limanına çekildiğini görür. Bu sırada Licinius Lucullus da Roma-Rodos birleşik donanması ile Pitane önlerinde belirir. Fimbria, Lucullus’a birlikte saldırı önerisi götürür. Ancak Licinius Lucullus, onun önerisini kabul etmeyerek donanmasını Çanakkale’ye doğru yönlendirir. Romalıların kendi aralarındaki anlaşmazlığı Mithridates’i kurtarmış olur. Kendi gemilerini Pitane limanında toplayan Mithridates’in Anadolu hakimiyeti artık sona ermiştir. 200 gemi ve 30 bin askerle buradan ayrılmak üzeredir. Bu sırada Arkhelaos, Mithridates’in yanına varır. Sulla’nın tekliflerine muvafakat ettiğini, ancak bizzat görüşme talebini iletmesi için Arkhelaos’u Sulla’ya gönderen Mithridates, ondan haber beklemeye koyulur.
Bu arada avını elinden kaçıran Fimbria, Sulla’nın Anadolu kıyılarına geleceği haberi üzerine kuzeye yönelir. Bu arada yoluna çıkan bütün kentleri yakıp yıkar. Troya’yı kuşatıp ele geçirir ve taş üstünde taş bırakmaz. Athena tapınağını içine sığınanlarla birlikte yaktırır. Daha sonra Helespontes Frigyasına çekilir.
Çanakkale’ye yaklaşan Lucullus’un Roma-Rodos birleşik donanması ise Tenedos sularında Neoptolemos idaresindeki esas Pontus donanması ile karşılaşır. Yapılan savaşta yenilen Pontus donanmasının Ege’deki hakimiyeti sona erer. Lucullus Çanakkale boğazına gelerek, Sulla’yı Anadolu’ya geçirir. Bu arada Arkhelaos gelir. Mithridates’in görüşme teklifini kabul eden Sulla, onu Dardanos’ta bekler. Mithridates de elindeki gemilere doldurarak ordusuyla birlikte buraya gelir.
Roma generali ve Pontus kralı arasında yapılan görüşmede, daha önce belirtilen şartlar dahilinde anlaşma yapılır. Anlaşmaya göre 70 gemiyi Sulla’ya teslim eden Mithridates, diğer gemilere doldurduğu asker ve ganimetlerle Karadeniz’e açılır. Artık, dört yıla yakın devam eden, Yunanistan ve Anadolu’nun tahribatına yol açan ve iki taraftan 500 bin insanın hayatını kaybettiği kanlı savaş sona ermiştir. Ama ne Roma düşmanını yok edebilmiş, ne de Mithridates arzularını gerçekleştirebilmiştir.
Sulla, Dardanos barışından sonra Tyateira’ya kapanmış olan Fimbria’yı kuşatmaya gider. Askerlerinin büyük bir kısmının kendisinden yüz çevirdiğini gören Fimbria, Bergama’ya kaçar. Asklepios tapınağında kılıcının üzerine atılarak intihara teşebbüs eden Fimbria’nın ölmediğini gören kölesi, acı çekmemesi için onu kendisi öldürür.
Sulla, Bitinya Kralı Nikomedes ile Kapadokya Kralı Ariobarzanes’i tahtlarına oturttuktan sonra kendisine itaat etmeyen kentleri yakıp yıkarak Efessos’a kadar gelir. Burada Asya eyaleti halkından beş yıllık birikmiş vergi ile savaş tazminatını ister. Böylece Mithridates ve Fimbria’dan sonra Anadolu’yu soyan Sulla, Asya valisi olarak Licinius Murena’yı atayarak Roma’nın yolunu tutar.
Mithridates, ülkesine vardığında düzen ve birliğin bozulduğunu görmüştür. Hemen düzenlemelere girişerek, Kolkhis’te yeni bir satraplık kurar. Kırım Bosfor’undaki Panticapaeum’da kendi adına sikke bastırarak krallığını ilan eden oranın valisi Hygiaion’u yola getirmek için hazırlıklara başlar, ancak krallığı için yeni bir tehlike baş gösterir.
Gözden düşen eski komutanı Arkhelaos, Sinop’tan kaçıp, yanına geldiği Asya valisi Murena’yı Mithridates aleyhine kışkırtmaktadır. Dardanos barışının Roma Senatosunca onaylanmamasını, Mithridates’in Kapadokya topraklarından çıkmamış olmasını ve Kırım Bosfor’u için yapılan hazırlığın Roma aleyhine olduğunu ileri sürerek Murena, lejyonlarını MÖ 83 yılında Kapadokya’dan Pontus topraklarına sokar. İris Komana’sına kadar ilerleyip, oradaki büyük tapınağı yağmalar. Mithridates, Dardanos anlaşmasının çiğnendiğini kendisine ve Roma’ya bildirerek cevap bekler. Roma’dan cevap gelmezken, Murena o anlaşmayı tanımadığını belirtir. Ertesi ilkbaharda Halys’i geçen Murena birlikleri 400 Pontus köyünü daha yağmalayarak Frigya ve Galatya’daki kalelerine dönerken, Senatonun savaşı durdurma emrini getiren Calidius ile karşılaşır. Ama Senatonun emrini dinlemeyen Murena bu kez de Sinop’a saldırır. İkinci şikayette Senatodan ses çıkmaması üzerine Mithridates’e artık kendini savunmak kalmıştır. Sinop’a saldıran Murena’nın arkasına Gordios komutasında bir süvari birliği gönderir. Murena bunun üzerine geri döner. Halys’in iki kıyısında karşılaşan ordular ırmağı geçmeye cesaret edemezler. Bu sırada Mithridates yardıma gelince Pontus ordusu üstünlük sağlar. Çarpışmalardan sonra Roma kuvvetlerini Frigya’ya kadar atan Mithridates’in ordusu, MÖ 82 yılında Kapadokya’yı da Roma askerlerinden temizler. Ancak, Roma’da kesin bir şekilde iktidarı ele geçiren Sulla, Anadolu’da karışıklık istemediği için Murena ve Mithridates’e Gabinius ile haber göndererek savaşı durdurmalarını ister. Bunun üzerine çarpışmalar aniden kesilir. Gabinius, Mithridates ile Ariobarzanes’in arasını bulmakla da görevlendirildiğinden, Mithridates’in kızını Ariobarzanes’in oğluna verdirerek anlaşmalarını sağlar. Böylece Mithridates, MÖ 81 yılında Kapadokya kralı ile barış yaptıktan sonra ancak Bosfor üzerine yürümeye fırsat bulmuştur.
İsyan eden valiyi alaşağı edip MÖ 80 yılında oğlu Makhares’i Bosfor kralı yapar. Dönüşünde Karadeniz’in doğu kıyısından giderek, Bosfor ve Kolkhis’i birbirine bağlamak düşüncesiyle Kafkasları geçmeye çalışır. Ancak ordusunun üçte ikisi kar ve barbar kabileler tarafından yok edildiğinden bu girişimde başarılı olamaz.
Dardanos barışının onaylanmasını sağlamak için MÖ 79 yılında bir heyeti Roma’ya gönderen Mithridates, Ariobarzanes’in de Pontos’un Kapadokya’dan aldığı topraklar için oraya elçi yolladığını öğrenir. Akabinde Sulla, Mithridates’in elçisine Kapadokya’dan alınan yerlerin iadesinin gerektiğini bildirir. Mithridates, Sulla’nın bu teklifini kabul ettiğine dair ikinci defa elçi gönderir. Ama MÖ 78 yılı ilkbaharında gönderdiği bu elçi Roma’ya ulaştığında Sulla ölmüştür. Senatonun elçiyi kabul etmesi uzadıkça uzar. Sabrı tükenen elçi, Senatoyla görüşemeden geri döner. Mithridates bu durumu hayra yormaz tabii ki. Roma’nın yeni bir savaş için fırsat kolladığına hükmederek savaş hazırlıklarına girişir. Mithridates’in silahlanması bu kez Roma’yı kuşkulandırır. Roma da Anadolu’daki garnizonlarını güçlendirmeye başlar. Bu suretle her iki taraf birbirinden çekinerek şartları iyileştirmeye çalışırken bir beş yıl geçer.
Roma öncelikle deniz yolunu güven altına almak için MÖ 78’den MÖ 75 yılına kadar Akdeniz’i korsanlardan temizler. Pamfilya’ya kadar kontrol altına aldığı Kilikya’yı büyük ve teşkilatlı bir eyalete dönüştürür. Böylece Kilikya, Anadolu’nun bir kapısı, Kapadokya’ya geçiş yeri ve Mithridates ile Tigranes’e karşı yapılacak savaşın lojistik merkezi haline getirilir.
Ancak ne var ki, Roma’nın Anadolu’da uyguladığı soyguncu politika halkı canından bezdirmiştir. Soyguncu devletten kendisini kurtaracak bir kahraman beklemektedir. Bu kahraman tahmin edilir ki cesur ve pervasız Mithridates’ten başkası değildir.
Bunun için Mithridates, önce Roma’nın tepkisini ölçmek için Suriye’yi ele geçiren damadı Ermeni Kralı Tigranes’i kışkırtarak, Kapadokya üzerine saldırtır. Tigranes, Kapadokya’nın merkezi Mazaka ile başka kentlerini yağmalayarak, halklarını yerinden yurdundan eder, topladığı 300 binden fazla kişiyi zorunlu göçe tabi tutup, yeni kurduğu başkenti Tigranakert’i iskan eder.
Mithridates, kendisine başka müttefikler de aramaya başlar. Roma’nın baskısından kaçan Kilikya korsanlarına kucak açarak, onların desteğini sağlar. Ayrıca, İspanya’yı elinde tutan Roma generali Quintus Sertorius ile anlaşma yapar. Sertorius’a destek için İspanya’ya gönderdiği 40 gemiye karşılık, onun adamı tek gözlü Marius da Roma’nın Asya eyaleti valisi sıfatıyla Pontus ordusunda komutanlık yapmak üzere gönderilir.
Mithridates özellikle ordusunu Roma lejyonları gibi yeniden teşkilatlandırıp, Roma tarzı silahlarla donatır ve orduda lüksü yasaklar. Ordusunu savaşa her an hazır hale getirir. Romalılar da zaten Asya ve Kilikya eyaletlerinde bulundurduğu ikişer lejyonluk ordularıyla teyakkuzda beklemektedir.
Beklenen savaş daha önceki gibi yine verimli ve bereketli Bitinya topraklarında başlar. Roma, Bitinya Kralı Nikomedes ölünce Bitinya’yı ilhak eder ve Bitinya valiliğine Aurelius Cotta getirilir. Mithridates için savaş ilanı ile eşdeğer bu harekete cevap gecikmez. Bitinya’nın ölen kralının Kapadokyalı eşinden ve Mithridates’in yeğeni olan genç prens Nikomedes’i tahta geçirmek amacıyla Mithridates, MÖ 73 yılı ilkbaharında, 120 bin piyade, 16 bin süvari ve 100 tırpanlı arabadan oluşan ordu ile Bitinya üzerine yürür. Oğlu Diofantes idaresindeki başka bir orduyu da Kilikya’dan gelecek Roma ordusunu engellemek için Kapadokya’yı işgal etmek ve Toros geçitlerini tutmak üzere gönderir. Amiral Aristonik komutasında 400 savaş gemisinden oluşan donanma da Bitinya sahillerinde boy gösterir.
Bitinya halkı Pontus ordusunu sevgi tezahüratlarıyla karşılar. Bitinya valisi Aurelius Cotta’nın ordu ve donanması, sayıca üstün düşmandan korkup Kalkhedon’a çekilir. Mithridates, Kalkhedon önlerinde görününce, Cotta savaşı kabul etmek zorunda kalır. Burada yapılan savaşta Pontus ordusu, Romalıları mahveder; 8 bin askeri öldürür, 4 bin 500 askeri esir alır. Ayrıca donanma da 60 gemiyi ele geçirir. Ancak Kalkhedon zapt edilemez. Bitinya kısa zamanda fethedilince, Mithridates’in şanlı zaferi Anadolu’da çabucak duyulur.
Bu arada Kilikya’dan Lucullus komutasında yardıma gelen Roma ordusu, Kapadokya yerine Frigya’dan geçerek Sakarya üzerinden Bitinya’ya ulaşır. 30 bin piyade ve 2 bin 500 süvariden oluşan Lucullus’un ordusunun yaklaştığını haber alan Mithridates, kendisi Kalkhedon’un kuşatmasında kalırken, Sertorius’un adamı olan Romalı komutan Marius’un idaresindeki kuvvetleri önünü kapatması için gönderir. Ancak iki ordu savaşmaktan imtina eder. Marius geri çekilerek tekrar Mithridates ile birleşir. Mithridates, az bir kuvveti Kalkhedon kuşatmasında bırakarak, güneye doğru ilerlemeye başlar. Lucullus, Pontus ordusu ile savaşa yanaşmaz, ama onu takip ederek yıpratma taktiği uygular ve bir hata yapmasını bekler. Bu hata fazla gecikmez.
Mithridates, o zaman müstahkem ve mamur bir kent olan Kyzikos’u almaya niyet eder. Kolay lokma olduğunu sandığı Kyzikos, Kalkhedon’a da destek kuvvetleri göndermiştir. Bu Roma dostu kentin halkı, kendilerini çok iyi savunurlar. Bütün ordusunu bu adaya geçiren Mithridates’in hemen alacağını zannettiği kent, kahramanca direnir. Kuşatma uzayınca bir aralık çıkan fırtınada, kaleye hücum etmek için üzerlerine kule yapılmış gemiler dengelerini kaybederek batar ya da kayalara çarpıp parçalanır. Binlerce asker boğulup ölür. Mithridates geri çekilmeye niyetlenirken, Lucullus’un çekilme hatlarını tutmuş olduğunu görür. Artık mecburen kuşatmaya devam eder. Ancak bu zapt olunmaz kale önünde boş yere ve inatla kuvvetlerini zayıflatır. Kış gelince deniz yoluyla erzak getirmek de zorlaşır. Ordu gıdasızlık ve hastalıktan kırılmaya başlar. Bunun üzerine Mithridates, MÖ 73 yılının kış mevsiminde elinde kalan gemilere yükleyebildiği asker ve eşyalarla Marmara denizine açılır. Diğer 30 bin askeri de Marius’un komutası altında Lampsakos’a doğru yola çıkarır.
Sikkelerdeki ilk tasvirlerinde oval, ince ve keskin hatlara sahip bir başa sahiptir. Sima bir az haşin, ama canlı ve enerjik görünür. Dalgalı uzun saçlarla sonlanan sevimli bir çehresi vardır. Saçları, çocukluğunda aldığı bir yarayı kapatmak için yuvarlak alnının önünde dalgalanır. Yarı açık ağzı, öne doğru çıkan burun delikleri, kalın dudakları geniş çenesinin üzerinde güçlü karakterini yansıtır. Çıkık alnının altındaki sert kaşları ve derin gözleri, zeki ve kurnaz bir görünüş verir.
Mithridates’in dev fiziki yapısı bile farklılığını tamamlar. Bu iri cüsse, savaş alanlarında oklara ve kargılara kolay hedef olup dezavantaj sağlarken, aynı zamanda dayanıklı, çevik ve güçlü-kuvvetli bir yapıyı ifade eder. Her ne kadar cüssesi yüzünden sık sık yaralansa bile, kuvvetli bir bünyeye sahip olmasından dolayı yaraları çabucak iyileşir. Savaşlardaki yiğitliği ve gözü pekliği pek meşhurdur. Gençliğinden yaşlılığına kadar hep ilk saflarda savaşa atılmıştır.
O, kudretli ve cesur bir savaşçı olduğu kadar bilgili, kültürlü ve sanatkar bir hükümdardır. Savaşa veya ava gitmediği zamanlarda Helen bilginleriyle felsefi tartışmalar yapar, tarih ve tababet kitapları okur. O zamanki tababet daha çok zehirler ilmi olduğundan, zehir ve devaları konusunda pek çok araştırma yaptırmıştır. Soyundan geldiği Ahamenişlerin Ahuramazda dinine inanır. Bu yüzden oğullarının tamamına Pers adları vermiştir. Ama Kapadokya’daki Komana rahipliği ile Helen kültlerinin koruyuculuğunu da üstlenmiştir.
Mithridates, Perslerden olmasına karşın, Helen eğitimi ile yetişmiş biridir. Bir yandan doğunun temsilcisi Büyük Darius’u, diğer yandan batının temsilcisi Büyük İskender’i şahsında toplamıştır. Aynen onlar gibi, o zamanlar iki ayrı dünya olan Pers ve Helen uygarlıklarını birleştirmeyi düşlemiştir. Uygarlığın beşiği Anadolu’da Helen felsefesi ve Ahuramazda ahlakı üzerine kurulu yepyeni bir uygarlık yaratmak istemiştir.
Mithridates, yiğit olduğu kadar aynı zamanda cefakar, soğukkanlı ve yılmaz bir serdardır da. Başarısızlıklarında, yenilgilerinde her zaman Phoenix gibi küllerinden doğmasını bilmiştir. Azimli ve teşkilatçı bir komutandır. Bu özellikleriyle Aquilius, Murana, Cotta, Triarius gibi Roma komutanlarını yenerken, muayyen şanssızlığı yüzünden Sulla’ya, Lucullus’a ve Pompeius’a baş eğmiştir.
O zamanın süper devleti Roma’ya kafa tutan, Anadolu kavimlerinin koruyucusu Büyük Mithridates’e, Helen tarihçileri Kapadokya kralı (Pontus Kapadokyası), Romalı tarihçiler ise Pontus kralı demişlerdir. Romalı tarihçilerin Pontus kralı demelerinin nedeni, Karadeniz’in (Pontus Euxinus), Mithridates’in bir gölü haline gelmesidir. Krallığı en geniş haliyle, Karadeniz çevresindeki bir kısım birbirinden kopuk kara parçalarından oluşmuştur. Krallığında fiziki bütünlüğünün bulunmamasından dolayı siyasi, kültürel ve sosyal olarak tam ve sağlam bir birlik kurulamamıştır. Toprak parçalarında birbirine sadece denizden ulaşılabilen krallığının çeşitli kavim ve halklardan oluşması, krallıktaki bağı çok zayıf tutmuştur. Bu bağ ancak Mithridates’in gücü ile sağlanmıştır. Kralın otoritesi azaldığında bu bağ kopup birlik hemen parçalanmıştır.
Mithridates krallığının merkezi olan bölge az çok bir bütünlük arz eder. Burası Pontus Kapadokyası ve Paflagonyasından başka Fırat-Kelkit arasındaki topraklar ve Tibarenler ile Khaliplerin yaşadıkları yerlerdir. Ancak Karadeniz’in tam karşı kıyısındaki merkeze bağlı kral naipliği olarak yönetilen Kırım Bosfor’u ile doğu kıyısındaki satraplık olarak yönetilen Kolkhis ise iki ayrı ülke sayılır. Sadece denizle birleşen bu üç toprak parçası hiçbir zaman fiziki olarak birbirine bağlanamamıştır. Merkez ile Kolkhis arasında Paryadres dağları, Kolkhis ile Bosfor arasında Kafkas dağları çetin ve sarp engeller oluştururlar. Zaten Mithridates’e en bağlı olan halklar, merkezdeki Pontus Kapadokyalıları ve Paflagonyalıları, Karadeniz’in güney kıyısındaki Helen kolonileri ile Khalybler, Tibarenler ve Fırat-Kelkit arasındaki Ermeniler olmuşlardır.
Asıl merkezdeki Pontus krallığı, batı Karadeniz’de Parthenios’tan başlar. Bu ırmak, Bitinya ile kısa bir doğal sınır oluşturur. Paflagonya’nın sahil dağlarını kapsadıktan sonra, Amnias vadisinden güneye doğru inen Galatya sınırı Halys’le Kapadoks’un birleştiği yere kadar gelir. Güneyde Khammanen bölgesindeki Dasmenda kalesinden başlayan Kapadokya sınırı, Mazaka’nın 800 stadion kuzeyindeki dağ silsilesinden geçerek Laviansen bölgesinin doğu ucuna kadar uzanır. Fırat nehri ile Skydides dağları, Tigranes’in Ermeni krallığının sınırını belirler ve Pontus krallığı, doğu Karadeniz’de Akampsis ırmağına kadar dayanır.
Pontus krallığının arması, Perslerin mitolojik atası Perseus’tan gelen Pegasos ile ay-yıldızdır. Bu ay-yıldızın etrafında birleşen değişik ve çeşitli halklar, Mithridates’in şahsında bir devlet oluşturmuştur. Çeşitli ırklara, kültürlere, dillere, dinlere, gelenek ve göreneklere sahip olan halklar bu devlette toplanmıştır. Krallıktaki başlıca halklar şunlardır:
Mithridates’in de tabi olduğu Anadolu’daki Ahameniş devri kalıntıları olan Pers asilzadeleri, asker ve ruhban sınıfı ki bunlar Pontus Kapadokyasının verimli ovalarına sahiptirler. Dinleri Ahuramazda’dır. Bunlarda Pers kültürü egemendir.
Kapadokyalılar, krallığın en kalabalık ve kadim halkıdır. Tam Helenleşmemiş, eski geleneklerini devam ettirip, Kapadokya dili konuşmaktadırlar. Eski tanrılarının Helenleşmiş biçimlerine tapınırlar.
Pontus krallığının Karadeniz kıyısındaki bütün kentleri Helen kolonileridir. Ticaretle uğraştıklarından hepsi de gelişmiştir. Mithridates’in Helen kültür ve uygarlığını benimsemesi, Helen halkına özel önem vermesine yol açmıştır. Kendi eşlerinden komutanlarına kadar hep Helenlerden seçmiştir. Öyle ki başkenti bile bir Helen kolonisi olan Sinop’tur. Romalıların zulmünden kaçan Helenlere daima kapılarını açık tutmuştur. Helenler de Mithridates’i, Anadolu’yu fethettiği zamanlarda, Roma mezaliminden kurtulmanın getirdiği sevinçle kahraman olarak karşılamışlardır.
Paflagonyalılar geleneklerine bağlı ve özgürlüklerine düşkün bir halktır. Ancak aynı zamanda batıl inançlı ve tembel insanlardır. Frigler gibi doğa tanrılarına inanırlar. Basit kayaları kutsallaştırarak tapınırlar.
Lykos vadisi, Halys’in kaynağı ve Fırat boyunca yaşayan Ermeniler aslında Persleşmiş bir kavimdir. Tanrıları da İran etkisindeki Anaitis’tir. Kentleşmiş yerleşimleri olmadığından daha çok köylerde yaşarlar.
Paryadres ve Skydides dağlarında yaşayan diğer çeşitli kavimler ise medeniyetten pek nasibini almamış halklardır. Batı Paryadres’te yaşayanlar doğuya göre daha medenidir. Bu Khalib ve Tibaren halkları en azından ya çoban ya da ücretli asker olarak çalışırlar. Hayatları neşe ve eğlencedir. Dürüst ve konukseverdirler. Tibarenler ile biraz daha doğudaki Mossineklerde cinsi ilişkiler serbesttir. Tibarenlerde, kuluçka geleneği olarak bilinen, kadın doğurduğu zaman onun tespit ettiği erkeğin çocuğun yanında yatması ve böylece çocuğun babası olarak ilan edilmiş olması alışkanlığı, çok eski devirlerden gelen bir kalıntı olmalıdır. Doğu Paryadreslerdeki Mossineklerde ise her şeyin herkesin gözü önünde olması gibi alışkanlıkları vardır. Onlar gibi komşuları Tzanlar ve Bizerlerin de inancı fetişizmdir. Doğudakiler genelde eşkıyalık ile geçinirler. Ama hepsi de neşeli ve konuşkan insanlardır.
Pontus krallığı bu şekilde tabiri caizse halkların mozaiğidir. Çeşitli kaynaklara göre krallık içinde konuşulan dil sayısı 22 ila 25 arasındadır. Çok eski zamanlardan beri süregelen kültürlerden iç bölgelerde Ahamenişlerin izleri belirginken, deniz kıyılarında Helen etkisi fazladır. Pers-Helen kültürünün yerli geleneklerle karışıp kaynaşmış sosyal yapısı, Pontus devletinin esasını belirler.
Pontus’ta soydan gelen krallık, eski zamanlardan beri ön Asya’da yaygın olan yönetim şeklidir. En büyük erkek çocuk, krallığa hak kazanır. Kral her şeydir: Mutlak hakim, ordu ve donanmanın baş komutanı, büyük yargıç, din adamı vb… Devletin idari teşkilat ve taksimatında Perslerden alınan satraplık sistemi uygulanmıştır. Kral dostları olarak görevlendirilmiş asilzadeler, komutanlık, bakanlık, satraplık vb. büyük devlet görevlerine getirilmiştir. Pontus egemenliğindeki Helen kolonilerinde bile merkezi krallığın atadığı yöneticiler görev yapmıştır.
Kapadokya krallığında 10, Tigranes Ermeni krallığında 120 yönetim bölümüne karşılık Pontus’un asıl krallığında 24 yönetim bölümü (Eparkhie) vardır. Bunlar: Pontus Paflagonyasında Domanitid, Blene, Pimolisen; Pontus Kapadokyasında Eanarea, Dazimanitid, Kamisen, Kolopen, Koranitid, Zelitid, Eazaken, Fazemenitid, Diakopen, Ksimen; Küçük Ermenistan’da Orbalisen, Aetulane, Orsen, Orbisen; sahillerde Amastris, Cazelonitid, Saramen, Themiskyra, Sidon, Tibarenia ve Sannika. Her yönetim bölümün başındaki görevli, Kapadokya’daki gibi “strategia” olarak adlandırılır. Mithridates’in Paryadres ve Skydides dağlarında sayısı 75’i bulan şatoları (Gazophylacie) çok ünlüdür. Mithridates topladığı vergi ve savaş ganimetlerini bu şatolarda saklamış, ancak hiçbiri de Romalılardan kurtulamamıştır.
Pontus’un milli ordusu Kapadokyalılar, Paflagonyalılar, Ermeniler, Khalybler, Tibarenler, Kolkhisliler, Bosforlular gibi tebaadan ve İskitler, Meotienler ve Toriler gibi vasallardan oluşmuştur. Ücretli askerler daha çok Helenler, İskitler, Sarmatlar, Bastarnlar, Keltler ve Thraklardır. Sonraları Mithridates, Roma’nın can düşmanı olunca, Roma ordusundan kaçan asker ve komutanları mülteci asker olarak istihdam etmiştir. Sayıları zaman geçtikçe artan bu mülteci Roma askerlerinden bir kolordu bile oluşturmuştur. Pontus krallığında ordu üç sınıfa ayrılır: Piyade, süvari ve tırpanlı arabalar… Piyadenin hemen hemen beşte birle onda biri arasında süvari kıtaları bulunur. Süvariler Roma ordusundan hem sayıca hem de kabiliyet olarak daha üstündür. Bin veya iki bin piyadeye bir tırpanlı araba düşer. Bu arabalar Ahamenişlerden gelirler. Pontus’un bir deniz devleti olması açısından donanma özel bir yer tutar. O zamanki en büyük savaş gemilerinden zırhlı güverteli üç ila beş kürekli kadırgalar ile daha küçük iki kürekli kadırgaların sayısı, Pontus’un en kuvvetli olduğu zamanda 400 adete kadar çıkmıştır. Pontus askerlerinin ilk başlarda, Med ve İskitlerinki gibi altın ve gümüşle süslü zırhları vardır, ama bunlar savunma yönünden çok zayıf kalmıştır. Madeni kalkanı olan Roma ve Makedon kıtaları bu bakımdan daha güçlüdür. Ancak Romalılarla olan ilk savaştan sonra Mithridates, ordusunda süslü ve lüks savaş silah ve gereçlerini yasaklamıştır. Ayrıca Roma lejyonlarında bulunan silah ve teçhizatlar ile eğitim ve teşkilatı aynen alıp kullanmıştır. Ama yine de yerel halk kendine özgü silahlarını kullanmaya devam etmiştir.
Pontus Kralı Mithridates Eupator’un nasıl Anadolu kaplanı olduğu ve “Büyük” lakabını nasıl aldığı maceralı hayat hikayesinde gizlidir:
MÖ 2. yüzyılın sonlarına doğru Pontus Kapadokyasında Kraliçe Laodike, kocası Mithridates Euergetes’i dostları vasıtasıyla ortadan kaldırtır. Öldürülen krala ait kuşkulu bir vasiyetnamede taht, kraliçe ile henüz on iki yaşında olan erkek çocuğuna bırakılmıştır. Roma’nın dostu olan Laodike, vasi olarak Pontus krallığını yönetmeye başlar.
Kraliçe Laodike, Seleukosların kralı Antiokhos Epifanes’in kızıdır. Yedi çocuğundan beşi kız ve ikisi erkektir. Kızlarından ikisi kendi adı gibi Laodike, diğerleri Roksan, Statira ve Nisa; erkek çocuklarından büyüğü olan tahtın varisi, babasının adından Mithridates Eupator Dionysios, diğeri de küçük Khrestos’tur.
On dört yaşına gelen Eupator’un tahtı almasından çekinen Laodike, kocası gibi onu da dostları tarafından öldürtmek ister. Kolanları çözülerek azgın bir ata bindirilen küçük prens, dörtnala giden attan biniciliği sayesinde kurtulur. Diğer bir suikast girişiminde zehirlenmeye çalışılan Mithridates Eupator, kendisinin mutlaka öldürüleceği düşüncesiyle, bir gün okunu, yayını ve hançerini alarak dağlara çıkar. Tam yedi yıl Karadeniz’in dağlarında ve sık ormanlarında vahşi bir hayat yaşar. Bu vahşi hayat onu pişirip sağlamlaştırır, sertleştirip yılmaz ve korkusuz bir savaşçı yapar. Hatta krallığını, çocukluğunda yaşadığı bu vahşi hayata borçludur.
Mithridates yirmi bir yaşında iken, zevk ve sefa alemindeki annesinin saltanatını yıkmak için başkent Sinop’un surları önüne gelir. Kraliçenin yönetiminden memnun olmayan halk ayaklanır ve genç Mithridates’i tahta geçirir (MÖ 111).
Çocukluk arkadaşı Dorylaos’u başkomutan yapan genç kral, orduyu yeniden teşkilatlandırır. Atak, hırslı ve azimli kralın ilk işi, İskitlerin baskısından bunalan Karadeniz’in kuzey kıyısındaki Helen kentleri Panticapaeum ve Kersonez’in yardımına koşmaktır. Önceden beri Karadeniz’in her iki kıyısındaki kentlerin akrabalık ve ticaret ilişkileri vardır. Mithridates, Diofantos’un komutanlığında bir ordu göndererek, MÖ 110-107 yılları arasında yapılan savaşlardan sonra Kırım’dan İskitleri atıp, Helen kentlerini kendisine bağlar. Bu başarı Mithridates’in ufkunu açmış, yepyeni parlak zaferler için kendisine bir başlangıç olmuştur.
Mithridates, Azak denizindeki egemenliğini genişletmek için Neoptolemos idaresinde yeni bir ordu daha gönderir. Birkaç yıl içerisinde Azak denizinin doğu ve kuzey kıyılarındaki kabileler Mithridates’in krallığına tabi olurlar. Bu arada Kolkhis ve Küçük Ermenistan ele geçirilir.
MÖ 103 yılında Mithridates’in krallığı artık Anadolu’daki küçük bir devlet değil, gerçek anlamda Karadeniz devleti olmuştur. Zaten Pontus (Deniz) Krallığı denmesinin nedeni de budur. Karadeniz, Mithridates’in eline geçmiştir artık. Pontus Kapadokyasından Karadeniz’e genişleyen ve doğuda Kolkhis’i ele geçiren krallık, bundan sonra gözünü batıya ve güneye dikecektir. Anadolu’nun fethi Mitridates için artık olanaklı görünmeye başlamıştır.
MÖ 2. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’da, Roma eyaletlerinden başka Rodos, Kyzikos ve Herakleia cumhuriyetleri, Lidya konfederasyonu, federal Galatya ile Bitinya, Paflagonya ve Kapadokya krallıkları bulunmaktadır. Seleukoslar, Torosların gerisine itilmişlerdir. Doğu Anadolu’da ise yukarı Aras boylarında Ermeni krallığı ve güneye doğru Part imparatorluğu egemenliği vardır. Bitinya krallığı haricinde Anadolu’nun diğer devletleri çok kötü durumdadır. Roma’nın Asya ve Pamfilya-Kilikya eyaletlerinde de Helen ve yerli halka yapılan baskı ve buraların sömürülmesi Romalılara karşı nefret uyandırmıştır. Anadolu’nun bu zayıf hali, parçalanmış krallıkları, kuvvetsiz cumhuriyet ve konfederasyonları ile baskı altında bulunan Roma eyaletlerinin kurtarıcı bekleyen halkı Mithridates’e düş kurdurmakta, Anadolu’nun fethini gerçekleştirmeyi düşündürmektedir.
Mithridates, düşünü gerçekleştirmek için MÖ 105 yılında tebdili kıyafet yaparak, yakın adamlarıyla bir keşif gezisine çıkar. Amacı Kapadokya, Galatya, Roma’nın Asya eyaleti, Bitinya ve Paflagonya’yı sırayla dolaşarak, siyasi ve askeri durumları yerinde görüp, fetih planları hazırlamaktır.
Bu keşif gezisinde uzunca bir zaman Sinop’tan ayrı kalan Mithridates’in öldüğüne inanılır. Bu arada kralın dostları ona ihanet eder, kraliçe Laodike’yi (Mithridates, tahta geçtikten sonra eski Pers adetlerine uyarak kızkardeşi ikinci Laodike ile evlenmiştir.) baştan çıkartırlar. Mithridates, sarayına döndüğünde bu durumdan haberdar olur, hainleri ve karısını toptan ortadan kaldırtır.
MÖ 104 yılında Romalıların Kimbri istilasıyla uğraşmasını fırsat bilen Mithridates ile Bitinya Kralı Nikomedes Euergetes anlaşarak, iki uçtan Paflagonya üzerine yürümeye başlarlar. Her biri kendi tarafındaki Paflagonya topraklarını ele geçirdikten sonra Galatya’ya da saldırıp aralarında paylaşırlar. Roma’nın bu fetihlere ses çıkarmamasını sağlamak için Mithridates, Roma’daki Senato üyelerine açıktan açığa pek çok altın dağıtmıştır.
Kapadokya’yı zapt etmek için Nikomedes, MÖ 102 yılında Mithridates’ten önce davranır. Kapadokya sınırını aşan Bitinya ordusunu gören Kapadokya Kraliçesi Laodike (Mitridates’in ablası olan büyük Laodike’dir. Kapadokya Kralı Ariarathes Epiphanes Filopator ile evlenmiş, ancak kocasının MÖ 111 yılında asilzadelerden Gordios tarafından öldürülmesi üzerine henüz çocuk olan oğlunun naipliğine geçmiştir), Bitinya Kralı ile mantık evliliği yaparak her iki krallığın birleşmesini sağlar. Kapadokya’nın Bitinya’ya ilhak olmasını kabul etmeyen Mithridates, yeğeninin tahtını korumak bahanesiyle Kapadokya’ya girip Bitinyalıları oradan kovar. Yeğeni Ariarathes Filometor’u MÖ 100 yılında Mazaka’da tahta geçirir. Ancak genç kral Ariarathes, Pontus’a sığınmış olan babasının katili Gordios’un memleketine dönmesine itiraz etmesi üzerine, iki ordunun gözü önünde, görüşme talep eden bizzat dayısı Mithridates tarafından hançerlenerek öldürülür.
Mithridates, sekiz yaşındaki kendi oğlunu, Nisa’nın zehrinden kurtulmuş olan Kapadokya Kralı Ariarathes Eusebes Filopator’un oğlu diyerek tahta oturtur (Kapadokya kraliçesi Nisa, kocası savaş alanında öldükten sonra tahtı kaptırmamak için beş oğlunu art arda zehirleyerek katletmiş, altıncısı ancak kaçırılarak kurtarılmıştır. Zehirlenme olayı yirmi yıldan önce olduğu halde sahte prens henüz çocuktur). Mithridates, fiili idareyi Gordios’a bırakır.
MÖ 99 yılında Kapadokya’da meşhur Romalı general Gaius Marius ile görüşen Mithridates, ondan destek yerine nasihat alır: “Ya Romalılar kadar güçlü ol, ya da onlara boyun eğ!..” Mithridates bu nasihati hep dinlemiş, bütün hayatı boyunca Romalı kadar güçlü olmaya çalışmış, olamadığı yerde boyun eğmiştir.
Kapadokyalılar sahte krallarını bir isyanla kovup, yerine Ariarathesler hanedanının son prensi olan Ariarathes Epifanes’i (Bu prens, Mithridates’in öldürdüğü yeğeninin küçük kardeşidir) geçirirler. Mithridates bu duruma rıza göstermez ve Kapadokya’yı yeniden fetheder.
Kaçan kral kısa bir süre sonra hastalanarak ölünce Ariarathes hanedanı son bulur. Ancak Bitinya Kralı Nikomedes ile evlenmiş olan Laodike, Romalılara giderek, Ariarathes Epiphanes Filopator’dan bir oğlu daha olduğunu ve tahta onun oturması gerektiğini iddia eder. Mithridates de kendi uydurma iddiasını dile getirmek için Gordios’u gönderince, iki sahte prens Roma Senatosunda şiddetle savunulur.
Ne var ki Kimbri tehlikesinden kurtulan Roma, Pontus kralına Kapadokya, Galatya ve Paflagonya’dan; Bitinya Kralına da Galatya ve Paflagonya topraklarından çıkmasını bir ültimatomla bildirir. Durumun ciddiyetini anlayan Mithridates ile Nikomedes, zaptettikleri yerlerden çekilirler.
Roma’nın kararı, her üç ülkenin de hür birer cumhuriyet olması yönündedir. Paflagonyalılar bu kararı sevinçle karşılarken, Kapadokyalılar cumhuriyet idaresini tehlikeli bulmaktadırlar. Roma’ya bir heyet gönderen Kapadokyalılar, başlarına bir kral getirilmesine izin verilmesini isterler. Roma tarafından bu talep hayretle karşılanmakla beraber kabul edilir. Eski Pers asilzadelerinden Ariobarzanes, Filoromeus unvanıyla MÖ 95 yılında Kapadokya krallığına geçer. Yeni kral gerçekten de unvanı gibi ömrü boyunca hep Roma’ya dost kalır.
Hırslı ve azimli Mithridates, krallığını güneye doğru genişletmek için elbette yılmayacaktır. Gordios önderliğindeki kendi taraftarlarını destekleyerek, Kapadokya’yı ele geçirme planları yapar. Bu amacını gerçekleştirmek için doğuda yeni yeni yıldızı parlayan Ermeni Kralı Tigranes’ten medet umar. Gordios’u Tigranes ile antlaşma yapmaya gönderir. Antlaşmanın gerçekleşmesini müteakip Mitridates, küçük kızı Kleopatra’yı yaş farkına rağmen, kendisiyle aynı yaştaki Tigranes’e verir.
Yapılan antlaşma gereğince, Tigranes’in orduları MÖ 93 yılında Kapadokya’ya girer. Karşı koymayı düşünmeyen Kapadokya Kralı Ariobarzanes, hazinelerini yüklenip Roma’nın yolunu tutar. Gordios, tekrar naip olarak Kapadokya krallığının başına geçer.
Ancak Ariobarzanes’in yanında götürdüğü hazineyi Senatoda bol keseden dağıtması Roma’nın çabuk harekete geçmesine neden olur. Ariobarzanes’i tahta oturtma görevi, general Cornelius Sulla’ya verilir. Sulla, Kilikya’dan Torosları aşarak Kapadokya’ya girer. Gordios’un ve ardından Tigranes’in ordularını yendikten sonra Fırat’a kadar dayanır. Roma ordusunun ilk defa Fırat’ta görülmesi, Part Büyük Kralı Mithridates Soter’i telaşta bırakır. O Orobaz’ı elçi olarak Sulla’ya gönderir. Sulla, kendisi yüksek bir tahtta otururken, elçi Orobaz ve Kapadokya krallığına yeniden oturttuğu Ariobarzanes’i alçak tahtlarda oturtarak kabul eder. Böylece Roma’nın üstünlüğünü göstermiş olmaktadır. Part büyük kralı, kendisini iyi temsil edemeyen elçisinin boynunu vurdursa bile Roma ile Partların bu ilk karşılaşmasında sınır olarak Fırat nehrini kabul etmek zorunda kalır.
Pontus Kralı Mithridates, Kapadokya’da umduğunu bulamayınca, Karadeniz’in kuzey kıyılarındaki Sarmatlar ve Bastarnlar üzerine yürür ve burada parlak zaferler kazanır.
Bu arada MÖ 91 yılından itibaren İtalya’da başlayan iç karışıklıklar ve savaş, Anadolu’daki Roma kuvvetlerinin çekilmesine ve gücünün sarsılmasına neden olur. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen Mithridates, Tigranes ile yeni bir anlaşma yaparak Kapadokya’yı ele geçirip, oğlunu yeniden Kapadokya krallığına getirir. Ayrıca Bitinya prensi olan Sokrates’e de yardım ederek, Bitinya tahtını, kardeşi Nikomedes’ten almasını sağlar. Aynı kaderi paylaşan Ariobarzanes ve Nikomedes MÖ 90 yılında soluğu Roma’da alırlar. Yine Roma’dan diledikleri destek karşılıksız kalmaz. Manius Aquilius başkanlığında bir heyet Anadolu’ya gelir. Bu heyet, daha önce yapılan anlaşma hükümleri gereğince ve tarafını belirlemek amacıyla Mithridates’ten de asker ister. Bunun üzerine Mithridates, ne asker vermeyerek Roma’yı karşısına alır, ne de ona asker vererek yanında olur. Romalının geliş nedenini ortadan kaldırmak için oğlunu Kapadokya’dan çağırtıp, Bitinya’da da Sokrates’i öldürtür. Böylece Roma için savaşacak neden kalmaz. Ariobarzanes ve Nikomedes de bir yıl geçmeden tahtlarına tekrar kavuşurlar.
Akabinde, MÖ 89 yılında Bitinya Kralı Nikomedes, Romalı komutanın yönlendirmesi ile ve ganimet elde etmek için Pontus krallığına karşı savaş açar. Donanması Karadeniz’in liman şehirlerini basarken, kendisi de ordunun başında Amastris’e kadar ilerleyip, birçok köy ve şehri yağma edip ganimetlerle geri döner. Böylece bunlarla Romalılara olan borçlarını öder. Mithridates bu tecavüze karşı, oğlu Ariarathes idaresinde bir orduyla daha kolay lokma olan Kapadokya’yı fetheder. Kapadokya Kralı Ariobarzanes adeti olduğu veçhile kaçarak kurtulur.
Bu arada Mithridates, Romalı general Aquilius’un karargahına bir elçi göndererek, daha önce yapılan antlaşma çerçevesinde Bitinya kralını yola getirmeye davet edip, eğer bunda kendisine yardımcı olunduğu takdirde kendi donanmasının da İtalya’daki isyanı bastırmak için Akdeniz’e gönderileceğini bildirir. Elçi Pelopidas ayrıca, istekleri yerine getirilmese bile, Senatonun kararına kadar Pontus ile Bitinya arasındaki ihtilafta tarafsız kalmalarını talep eder. Romalı general bu pervasız taleplere sert karşılık vererek, Bitinya’ya saldırının kabul edilemeyeceğini, Kapadokya Kralı Ariobarzanes’in tahtını korumanın kendi görevi olduğunu, Mithridates’in Senatonun emirlerine kayıtsız şartsız uymak zorunda olduğunu elçiye bildirir ve onu aynı akşam hemen geri gönderir.
İki tarafın restleşmeleri akabinde savaş hazırlıklarının başlamasını gerektirmiştir. Romalılar kısa zamanda Bitinya ordusu ile birlikte 160 bin asker toplarlar. Yapılan plana göre, 50 bin piyade ve 6 bin süvariden oluşan Bitinya ordusu, Nikomedes yönetiminde Paflagonya üzerinden saldırıya geçecektir. Aquilius, Roma askerleri ile Bitinya’yı korumak üzere Belleos (Timonitide) vadisinde, Asya valisi Cassius, Galatya ve Frigya’yı korumak üzere Gordion’da kalacak, Kilikya valisi Oppius ise Kapadokya’dan hücum edecektir. Asya eyaleti ve Bitinya gemilerinden oluşan filo, Romalı amiraller Rofus ve Poppilius yönetiminde Marmara denizinde gözetleme yapacaktır. Fakat Mithridates’in savaş hazırlığı çok önceden beri vardır. Bundan dolayı 400 gemilik filosundan başka, 230 bin piyade ve 30 bin süvariden oluşan ordusunda Pontusluların haricinde çeşitli kavimlerden olmak üzere (Bosforlu, Ermeni, Meotien, İskit, Sarmat, Bastarn, Thrak, Kelt, Galatyalı, Kapadokyalı, Paflagonyalı) çoğu ücretli yabancı asker ve generaller bulunmaktadır. Pontus ordusu Amasis ovasında toplanmadan önce Bitinyalıların saldırı haberi gelir. Ariarathes emrindeki 10 bin süvari ile iki kardeş komutan olan Arkhelaos ve Neoptolemos emrindeki 40 bin piyade Boyabat boğazı çıkışında Bitinya ordusunu karşılarlar.
Pontusluların kullandığı ve Bitinyalıların bilmediği savaş arabaları orduda şaşkınlık ve panik yaratır. Üstün sayıya karşın Bitinya ordusu perişan olur ve Nikomedes savaş alanından kaçarak Roma komutanı Aquilius’a sığınır. Mithridates, birkaç gün sonra 150 binden fazla askerle onu takibe başlar. Nikomedes, Mithridates’in ordusu ile geldiğini duyunca mümkün olduğunca uzaklaşıp, Frigya’daki Cassius’un yanında soluğu alır. Mithridates’i karşılamak için Belleos vadisinde bekleyen Romalı komutan Aquilius’un yerlilerden oluşan ordusu panikleyerek hiç savaşmadan dağılır. Aquilius’un kalan kuvvetleri geri çekilmeye çalışırken, Neoptolemos komutasındaki öncü birlikler onlara yetişir. Hemen hemen bütün askerleri imha edilen Aquilius karanlıktan yararlanarak tek başına kaçıp, Bergama’ya zor sığınır.
Üzerine gelen Pontus ordusundan çekinen Asya valisi Cassius ise savaşmaya cesaret edemeyip, Frigya’daki Leontosefale kalesine ve bir süre sonra da güvenemediği yerli askerlere yol verip, emrindeki Roma lejyonuyla Meander Apameia’sına çekilir. Bu arada Kapadokya’daki savaşta yenilen Kilikya valisi Oppius da Lycos Laodike’sine kapanır. Bitinya ve Asya eyaletinin birleşik filosu da ordularının yenilgisi üzerine çarpışmadan teslim olur.
Mithridates’in karşısında artık onu durduracak bir ordu kalmamıştır. Bütün Anadolu, önünde savunmasız durumdadır. Mithridates’in ordusu, Laodike’yi kuşatarak, Romalı vali Oppius’u birkaç gün içinde ele geçirir. Bu arada vali ve komutanlardan Aquilius, Bergama’da kendini güvende hissetmeyip Midilli’ye, Cassius ve Manlius Maltinus ise Rodos’a kaçmıştır. Bitinya Kralı Nikomedes ile Kapadokya Kralı Ariobarzanes de yeniden İtalya’nın yolunu tutmuşlardır.
Pontus ordusu MÖ 88 yılında Roma ve Bitinya ordularını hezimete uğrattıktan sonra, Frigya, Misya, İyonya topraklarından oluşan Asya ile Dağlık Kilikya ve Pamfilya eyaletlerini ve Bitinya krallığını tamamen fethetmiştir. Efessos, Tralles, Meander Magnesia’sı gibi kentler Mithridates’i kurtarıcı olarak karşılamışlar, ona “Asya’nın büyük kurtarıcısı”, “büyük ata”, “yeni Dionysos” gibi unvanlar vermişlerdir.
Midilli’de hasta olarak ele geçirilen Aquilius türlü işkencelerden sonra Bergama’da öldürülür. Anadolu’daki bütün Romalıların öldürülmesi kararı alınır ve 100 bin Romalı hemen her kentte aynı günde katledilir. Böylece Anadolu’daki Romalı asker ve sivilin kökü kazınır. Mal ve mülkleri talan edilir. Mithridates, ele geçirilen ganimetler ve Bergama’daki Attalos’un hazinesinden dolayı halktan vergi alınmayacağını ilan eder. Anadolu’nun yeni kralı artık Mithridates’tir.
Anadolu’dan sonra gözünü Yunanistan’a diken Mithridates, Atinalı Aristione ile anlaşıp Romalıların oradan atılmasını sağlar. Delosluların Roma taraftarlığından vazgeçmemesi üzerine Arkhelaos komutasındaki Pontus donanması Atinalılarla birlikte adayı yağmalar ve 20 bin erkeği kılıçtan geçirip, kadın ve çocukları esir ederler. Alınan ganimetler paylaşılır. Artık Karadeniz’den sonra Ege de Mithridates’in denizi olur. Bütün Kıta Yunanistan’daki kentler, Roma’nın Makedonya’ya giren Thraklarla uğraşması dolayısıyla Roma egemenliğinden ayrılırlar.
Ege denizinde zapt edilemeyen sadece Rodos adası kalır. Mithridates’ten kaçan Romalı komutanlardan Cassius ve Maltinus’un da iltica ettiği Rodos’u almak için, amiral Damagoras idaresindeki Pontus donanması, bizzat Mithridates ile birlikte hemen yola çıkar. Ancak uzun süren kuşatma sonunda Rodos adası zapt edilemez. MÖ 88 yılının kış mevsimi yaklaştığından Mithridates, kuşatmayı kaldırıp Bergama’ya döner. Burada, Stratonikeli Monim ile görkemli bir düğün yaparak evlenir.
Bergama’yı kendisine merkez yapan Pontus kralı Mithridates, devletini yeniden teşkilatlandırıp, Attalos hanedanlığını diriltmek arzusuyla, krallığının görkemi ve gücünün bir işareti olarak altın sikkeler darp ettirir. Ne var ki Roma, bu yeni Anadolu devletinin filizlenmesine rıza göstermeyecektir.
MÖ 87 yılının başında Roma’da hakimiyeti ele geçiren Cornelius Sulla, Pontus kuvvetlerinin Yunanistan’da ilerlemelerini durdurmak ve Kıta Yunanistan’ı tekrar zapt etmek üzere 30 binden biraz fazla sayıda ordu ile Epir kıyısına çıkarma yapar. Sulla kuvvetleri Teselia ve Etolia arasından Beotia’ya girer girmez, Attika ve Euboia haricinde Thebai başta olmak üzere güneydeki bütün kentler Roma tarafına geçerler. Bunun üzerine Pontus ordusu komutanı Arkhelaos Pire’ye, yerel ordunun komutanı Aristione de Atina’ya çekilir. Sulla, her iki kenti de kuşatır, ama ele geçiremez. Roma ordusunun bir kısmı diğer Helen kentlerini yağmalayıp tahrip ederler.
Roma ordusu Yunanistan’da oyalanırken, Mithridates’in oğlu Kapadokya Kralı Ariarathes ile Pontus komutan Taxil, Trakya ve Makedonya’nın zaptı ile uğraşmaktadırlar. Bundan dolayı Yunanistan’da kuşatma altındakilere yardım gönderemezler. Ne var ki kuşatmaya daha fazla dayanamayan Atina MÖ 86 yılının baharında düşer, Roma ordusu kenti yakıp yıkar, bütün Atinalıları öldürür. Aristione, az bir kuvvetle Akropol’e sığınır. Atina düşünce, Sulla, Pire’ye daha fazla baskı ile saldırır. Arkhelaos bunalıp kenti terk ederek, ordusu ve donanması ile Münichie yarımadasına çekilir. Pire, Romalıların yağma ve tahribine bırakılır. Sulla, donanması olmadığından Pontus kuvvetlerine saldırmaktan çekinir. Bu arada bir türlü Atina ve Pire’nin yardımına gidemeyen Ariarathes, ancak iş işten geçtikten sonra Makedonya’dan güneye doğru yola çıkar. Mithridates, oğlunun bu ağır davranmasının cezasını hemen zehirleterek verecektir. Komutanlık Taxil’e geçer. Sulla, kendisine Roma’dan yardıma gelen Hortensius ile birleşerek Taxil’in üzerine yürür. Bunun üzerine Arkhelaos da Taxil ordusu ile birleşir. Pontus ve Roma ordusu Beotia’daki Chaeronea’da karşılaşırlar. Burada yapılan şiddetli bir savaşta Arkhelaos ve Taxil’in 60 bin kişilik ordusundan ancak 10 bini sağ kalır. Onlar da savaş alanından kaçarak Khalkis’e sığınırlar. Sulla, donanması olmadığından onları ancak Euripus’a kadar takip edebilmiştir. Bu arada Atina Akropol’üne kapanan Aristione de açlık ve susuzluktan teslim olur. Sulla, zafer alayında onu teşhir ettikten sonra zehirleyecektir.
Ordusunu dinlendiren Sulla, Yunanistan’da Roma idaresini sağlamlaştırmaya çalışırken, Roma Senatosu doğuya yeni baş komutan olarak Valerius Flaccus’u, vali olarak da Flavius Fimbria’yı atar. İki lejyon askerle Sulla’nın üzerine yürüyen Flaccius, onun ordusunun kendi ordusundan üç kat fazla olduğunu görünce savaşmaktan vazgeçip, teğet geçerek Makedonya’ya doğru gider.
Bu arada Mithridates, Dorylaos kumandasında 70 bin piyade, 10 bin süvari ve 70 savaş arabasından oluşan bir orduyu deniz yoluyla Arkhelaos’a yardıma gönderir. Arkhelaos’un 10 bin askerini de alan Pontus ordusu Beotia’ya girer. Sayıca az olmasına karşın Sulla da ordusu ile Beotia’ya gelir. Orkhomenos yakınındaki Kopais gölünün kıyısında büyük bir savaşa tutuşan iki ordu iki gün kıyasıya çarpışır. Ne var ki üstün gelen taraf disiplinli Roma ordusu olur. 50 bin ölü ve 25 bin esir veren Pontus ordusu yine hezimete uğrar.
Yunanistan’da ardı ardına gelen yenilgiler Pontus krallığını güç durumda bırakmıştır. Bu arada Anadolu’da da durum parlak değildir. Galat Tetrarkları ile yaşanan sorunda Tetrarkların çoğu öldürülür. Sakız adası halkı da sürgüne gönderilip, malları yağma edilir. Efessos halkı, aynı şeylerin başlarına geleceğinden korkup ayaklanırlar. Bunu gören diğer kentler de isyana katılır. Mithridates, ayaklanmaları bastırmak için çeşitli önlemler almaya girişir. Ancak Mithridates’in gittikçe despot bir yönetime kayması, Anadolu halkının, iki yıl önce atılan Romalıları artık kurtuluş umudu olarak görmesine yol açmıştır.
Bu arada Makedonya’daki Thrakları yenen Flaccius idaresindeki Roma ordusu, Anadolu’ya geçmek için MÖ 85 yılı başında Bizans önlerine gelir. Bu arada Fimbria’nın kışkırtmalarıyla ordu ayaklanıp Bizans’ı yağmalar. Komutan Flaccius ise Khalkedon’a ve oradan da Bitinya’daki Nikomedia’ya kaçar. Fakat burada askerler tarafından yakalanıp öldürülür. Fimbria, senato tarafından Flaccius’un yerine geçirilir. Bitinya’yı işgale başlayan Fimbria, önce Nikomedia’yı yağmalatır.
Yunanistan’da sıkışıp kalan Sulla ve Arkhelaos arasında, MÖ 85 yılının başlarında Delion’da barış görüşmeleri yapılmaya başlanır. Ayrıca Arkhleaos, Sulla ile gizlice bir anlaşma yaparak kendi başının çaresine de bakmıştır. Anlaşmaya göre Pontus kralı üç yıl önceki sınırına çekilecek, Sulla’ya da 70 gemi verecektir. Anadolu’daki isyanlardan başka Yunanistan ve Makedonya’nın Sulla’nın, Bitinya’nın da Fimbria’nın eline geçtiğini, bir yandan da Bergama’nın kuzeyden Fimbria ve güneyden Sulla’nın yardımcısı Licinius Lucullus tarafından sıkıştırıldığını gören Mithridates, bu anlaşma maddelerine razı olur. Ama Sulla’ya gönderdiği haberde, Paflagonya’yı ve gemileri vermeyeceğini söyleyerek, Fimbria ile barış görüşmeleri yapabileceğini ima eder. Bu ima Sulla’yı kızdırır. Arkhelaos bizzat Mithridates’i ikna için Bergama’ya gelir.
Bu süre zarfında güneye doğru yürüyen Fimbria’nın ordusunu, veliaht prens genç Mithridates ile komutanlar Taxil ve Diofantos durdurmaya çalışırlar. Fakat Ryndacos ırmağı kıyısında gaflet içinde bulunan Pontus ordusunu, Romalılar baskın yaparak bozguna uğratır. Genç Mithridates canını zor kurtarıp babası Mithridates’in yanına kaçar. Mysia üzerinden Bergama’ya ulaştığında Fimbria ordusu, Pontus Kralı Mithridates’in Pitane limanına çekildiğini görür. Bu sırada Licinius Lucullus da Roma-Rodos birleşik donanması ile Pitane önlerinde belirir. Fimbria, Lucullus’a birlikte saldırı önerisi götürür. Ancak Licinius Lucullus, onun önerisini kabul etmeyerek donanmasını Çanakkale’ye doğru yönlendirir. Romalıların kendi aralarındaki anlaşmazlığı Mithridates’i kurtarmış olur. Kendi gemilerini Pitane limanında toplayan Mithridates’in Anadolu hakimiyeti artık sona ermiştir. 200 gemi ve 30 bin askerle buradan ayrılmak üzeredir. Bu sırada Arkhelaos, Mithridates’in yanına varır. Sulla’nın tekliflerine muvafakat ettiğini, ancak bizzat görüşme talebini iletmesi için Arkhelaos’u Sulla’ya gönderen Mithridates, ondan haber beklemeye koyulur.
Bu arada avını elinden kaçıran Fimbria, Sulla’nın Anadolu kıyılarına geleceği haberi üzerine kuzeye yönelir. Bu arada yoluna çıkan bütün kentleri yakıp yıkar. Troya’yı kuşatıp ele geçirir ve taş üstünde taş bırakmaz. Athena tapınağını içine sığınanlarla birlikte yaktırır. Daha sonra Helespontes Frigyasına çekilir.
Çanakkale’ye yaklaşan Lucullus’un Roma-Rodos birleşik donanması ise Tenedos sularında Neoptolemos idaresindeki esas Pontus donanması ile karşılaşır. Yapılan savaşta yenilen Pontus donanmasının Ege’deki hakimiyeti sona erer. Lucullus Çanakkale boğazına gelerek, Sulla’yı Anadolu’ya geçirir. Bu arada Arkhelaos gelir. Mithridates’in görüşme teklifini kabul eden Sulla, onu Dardanos’ta bekler. Mithridates de elindeki gemilere doldurarak ordusuyla birlikte buraya gelir.
Roma generali ve Pontus kralı arasında yapılan görüşmede, daha önce belirtilen şartlar dahilinde anlaşma yapılır. Anlaşmaya göre 70 gemiyi Sulla’ya teslim eden Mithridates, diğer gemilere doldurduğu asker ve ganimetlerle Karadeniz’e açılır. Artık, dört yıla yakın devam eden, Yunanistan ve Anadolu’nun tahribatına yol açan ve iki taraftan 500 bin insanın hayatını kaybettiği kanlı savaş sona ermiştir. Ama ne Roma düşmanını yok edebilmiş, ne de Mithridates arzularını gerçekleştirebilmiştir.
Sulla, Dardanos barışından sonra Tyateira’ya kapanmış olan Fimbria’yı kuşatmaya gider. Askerlerinin büyük bir kısmının kendisinden yüz çevirdiğini gören Fimbria, Bergama’ya kaçar. Asklepios tapınağında kılıcının üzerine atılarak intihara teşebbüs eden Fimbria’nın ölmediğini gören kölesi, acı çekmemesi için onu kendisi öldürür.
Sulla, Bitinya Kralı Nikomedes ile Kapadokya Kralı Ariobarzanes’i tahtlarına oturttuktan sonra kendisine itaat etmeyen kentleri yakıp yıkarak Efessos’a kadar gelir. Burada Asya eyaleti halkından beş yıllık birikmiş vergi ile savaş tazminatını ister. Böylece Mithridates ve Fimbria’dan sonra Anadolu’yu soyan Sulla, Asya valisi olarak Licinius Murena’yı atayarak Roma’nın yolunu tutar.
Mithridates, ülkesine vardığında düzen ve birliğin bozulduğunu görmüştür. Hemen düzenlemelere girişerek, Kolkhis’te yeni bir satraplık kurar. Kırım Bosfor’undaki Panticapaeum’da kendi adına sikke bastırarak krallığını ilan eden oranın valisi Hygiaion’u yola getirmek için hazırlıklara başlar, ancak krallığı için yeni bir tehlike baş gösterir.
Gözden düşen eski komutanı Arkhelaos, Sinop’tan kaçıp, yanına geldiği Asya valisi Murena’yı Mithridates aleyhine kışkırtmaktadır. Dardanos barışının Roma Senatosunca onaylanmamasını, Mithridates’in Kapadokya topraklarından çıkmamış olmasını ve Kırım Bosfor’u için yapılan hazırlığın Roma aleyhine olduğunu ileri sürerek Murena, lejyonlarını MÖ 83 yılında Kapadokya’dan Pontus topraklarına sokar. İris Komana’sına kadar ilerleyip, oradaki büyük tapınağı yağmalar. Mithridates, Dardanos anlaşmasının çiğnendiğini kendisine ve Roma’ya bildirerek cevap bekler. Roma’dan cevap gelmezken, Murena o anlaşmayı tanımadığını belirtir. Ertesi ilkbaharda Halys’i geçen Murena birlikleri 400 Pontus köyünü daha yağmalayarak Frigya ve Galatya’daki kalelerine dönerken, Senatonun savaşı durdurma emrini getiren Calidius ile karşılaşır. Ama Senatonun emrini dinlemeyen Murena bu kez de Sinop’a saldırır. İkinci şikayette Senatodan ses çıkmaması üzerine Mithridates’e artık kendini savunmak kalmıştır. Sinop’a saldıran Murena’nın arkasına Gordios komutasında bir süvari birliği gönderir. Murena bunun üzerine geri döner. Halys’in iki kıyısında karşılaşan ordular ırmağı geçmeye cesaret edemezler. Bu sırada Mithridates yardıma gelince Pontus ordusu üstünlük sağlar. Çarpışmalardan sonra Roma kuvvetlerini Frigya’ya kadar atan Mithridates’in ordusu, MÖ 82 yılında Kapadokya’yı da Roma askerlerinden temizler. Ancak, Roma’da kesin bir şekilde iktidarı ele geçiren Sulla, Anadolu’da karışıklık istemediği için Murena ve Mithridates’e Gabinius ile haber göndererek savaşı durdurmalarını ister. Bunun üzerine çarpışmalar aniden kesilir. Gabinius, Mithridates ile Ariobarzanes’in arasını bulmakla da görevlendirildiğinden, Mithridates’in kızını Ariobarzanes’in oğluna verdirerek anlaşmalarını sağlar. Böylece Mithridates, MÖ 81 yılında Kapadokya kralı ile barış yaptıktan sonra ancak Bosfor üzerine yürümeye fırsat bulmuştur.
İsyan eden valiyi alaşağı edip MÖ 80 yılında oğlu Makhares’i Bosfor kralı yapar. Dönüşünde Karadeniz’in doğu kıyısından giderek, Bosfor ve Kolkhis’i birbirine bağlamak düşüncesiyle Kafkasları geçmeye çalışır. Ancak ordusunun üçte ikisi kar ve barbar kabileler tarafından yok edildiğinden bu girişimde başarılı olamaz.
Dardanos barışının onaylanmasını sağlamak için MÖ 79 yılında bir heyeti Roma’ya gönderen Mithridates, Ariobarzanes’in de Pontos’un Kapadokya’dan aldığı topraklar için oraya elçi yolladığını öğrenir. Akabinde Sulla, Mithridates’in elçisine Kapadokya’dan alınan yerlerin iadesinin gerektiğini bildirir. Mithridates, Sulla’nın bu teklifini kabul ettiğine dair ikinci defa elçi gönderir. Ama MÖ 78 yılı ilkbaharında gönderdiği bu elçi Roma’ya ulaştığında Sulla ölmüştür. Senatonun elçiyi kabul etmesi uzadıkça uzar. Sabrı tükenen elçi, Senatoyla görüşemeden geri döner. Mithridates bu durumu hayra yormaz tabii ki. Roma’nın yeni bir savaş için fırsat kolladığına hükmederek savaş hazırlıklarına girişir. Mithridates’in silahlanması bu kez Roma’yı kuşkulandırır. Roma da Anadolu’daki garnizonlarını güçlendirmeye başlar. Bu suretle her iki taraf birbirinden çekinerek şartları iyileştirmeye çalışırken bir beş yıl geçer.
Roma öncelikle deniz yolunu güven altına almak için MÖ 78’den MÖ 75 yılına kadar Akdeniz’i korsanlardan temizler. Pamfilya’ya kadar kontrol altına aldığı Kilikya’yı büyük ve teşkilatlı bir eyalete dönüştürür. Böylece Kilikya, Anadolu’nun bir kapısı, Kapadokya’ya geçiş yeri ve Mithridates ile Tigranes’e karşı yapılacak savaşın lojistik merkezi haline getirilir.
Ancak ne var ki, Roma’nın Anadolu’da uyguladığı soyguncu politika halkı canından bezdirmiştir. Soyguncu devletten kendisini kurtaracak bir kahraman beklemektedir. Bu kahraman tahmin edilir ki cesur ve pervasız Mithridates’ten başkası değildir.
Bunun için Mithridates, önce Roma’nın tepkisini ölçmek için Suriye’yi ele geçiren damadı Ermeni Kralı Tigranes’i kışkırtarak, Kapadokya üzerine saldırtır. Tigranes, Kapadokya’nın merkezi Mazaka ile başka kentlerini yağmalayarak, halklarını yerinden yurdundan eder, topladığı 300 binden fazla kişiyi zorunlu göçe tabi tutup, yeni kurduğu başkenti Tigranakert’i iskan eder.
Mithridates, kendisine başka müttefikler de aramaya başlar. Roma’nın baskısından kaçan Kilikya korsanlarına kucak açarak, onların desteğini sağlar. Ayrıca, İspanya’yı elinde tutan Roma generali Quintus Sertorius ile anlaşma yapar. Sertorius’a destek için İspanya’ya gönderdiği 40 gemiye karşılık, onun adamı tek gözlü Marius da Roma’nın Asya eyaleti valisi sıfatıyla Pontus ordusunda komutanlık yapmak üzere gönderilir.
Mithridates özellikle ordusunu Roma lejyonları gibi yeniden teşkilatlandırıp, Roma tarzı silahlarla donatır ve orduda lüksü yasaklar. Ordusunu savaşa her an hazır hale getirir. Romalılar da zaten Asya ve Kilikya eyaletlerinde bulundurduğu ikişer lejyonluk ordularıyla teyakkuzda beklemektedir.
Beklenen savaş daha önceki gibi yine verimli ve bereketli Bitinya topraklarında başlar. Roma, Bitinya Kralı Nikomedes ölünce Bitinya’yı ilhak eder ve Bitinya valiliğine Aurelius Cotta getirilir. Mithridates için savaş ilanı ile eşdeğer bu harekete cevap gecikmez. Bitinya’nın ölen kralının Kapadokyalı eşinden ve Mithridates’in yeğeni olan genç prens Nikomedes’i tahta geçirmek amacıyla Mithridates, MÖ 73 yılı ilkbaharında, 120 bin piyade, 16 bin süvari ve 100 tırpanlı arabadan oluşan ordu ile Bitinya üzerine yürür. Oğlu Diofantes idaresindeki başka bir orduyu da Kilikya’dan gelecek Roma ordusunu engellemek için Kapadokya’yı işgal etmek ve Toros geçitlerini tutmak üzere gönderir. Amiral Aristonik komutasında 400 savaş gemisinden oluşan donanma da Bitinya sahillerinde boy gösterir.
Bitinya halkı Pontus ordusunu sevgi tezahüratlarıyla karşılar. Bitinya valisi Aurelius Cotta’nın ordu ve donanması, sayıca üstün düşmandan korkup Kalkhedon’a çekilir. Mithridates, Kalkhedon önlerinde görününce, Cotta savaşı kabul etmek zorunda kalır. Burada yapılan savaşta Pontus ordusu, Romalıları mahveder; 8 bin askeri öldürür, 4 bin 500 askeri esir alır. Ayrıca donanma da 60 gemiyi ele geçirir. Ancak Kalkhedon zapt edilemez. Bitinya kısa zamanda fethedilince, Mithridates’in şanlı zaferi Anadolu’da çabucak duyulur.
Bu arada Kilikya’dan Lucullus komutasında yardıma gelen Roma ordusu, Kapadokya yerine Frigya’dan geçerek Sakarya üzerinden Bitinya’ya ulaşır. 30 bin piyade ve 2 bin 500 süvariden oluşan Lucullus’un ordusunun yaklaştığını haber alan Mithridates, kendisi Kalkhedon’un kuşatmasında kalırken, Sertorius’un adamı olan Romalı komutan Marius’un idaresindeki kuvvetleri önünü kapatması için gönderir. Ancak iki ordu savaşmaktan imtina eder. Marius geri çekilerek tekrar Mithridates ile birleşir. Mithridates, az bir kuvveti Kalkhedon kuşatmasında bırakarak, güneye doğru ilerlemeye başlar. Lucullus, Pontus ordusu ile savaşa yanaşmaz, ama onu takip ederek yıpratma taktiği uygular ve bir hata yapmasını bekler. Bu hata fazla gecikmez.
Mithridates, o zaman müstahkem ve mamur bir kent olan Kyzikos’u almaya niyet eder. Kolay lokma olduğunu sandığı Kyzikos, Kalkhedon’a da destek kuvvetleri göndermiştir. Bu Roma dostu kentin halkı, kendilerini çok iyi savunurlar. Bütün ordusunu bu adaya geçiren Mithridates’in hemen alacağını zannettiği kent, kahramanca direnir. Kuşatma uzayınca bir aralık çıkan fırtınada, kaleye hücum etmek için üzerlerine kule yapılmış gemiler dengelerini kaybederek batar ya da kayalara çarpıp parçalanır. Binlerce asker boğulup ölür. Mithridates geri çekilmeye niyetlenirken, Lucullus’un çekilme hatlarını tutmuş olduğunu görür. Artık mecburen kuşatmaya devam eder. Ancak bu zapt olunmaz kale önünde boş yere ve inatla kuvvetlerini zayıflatır. Kış gelince deniz yoluyla erzak getirmek de zorlaşır. Ordu gıdasızlık ve hastalıktan kırılmaya başlar. Bunun üzerine Mithridates, MÖ 73 yılının kış mevsiminde elinde kalan gemilere yükleyebildiği asker ve eşyalarla Marmara denizine açılır. Diğer 30 bin askeri de Marius’un komutası altında Lampsakos’a doğru yola çıkarır.